Koronavirüs (COVID-19) Salgınının İş Güvenliği Yönünden Hukuki Nitelendirilmesi

Bilgilendirme Notumuz; Koronavirüs (COVID-19) salgınının iş güvenliği yönünden hukuki nitelendirilmesine ilişkin değerlendirmeleri içermektedir.

 

  1. SALGIN HASTALIK KAVRAMININ İŞ HUKUKUNDAKİ YERİ

4857 sayılı İş Kanunu (‘’İş Kanunu’’) ve ilgili mevzuat hükümlerinde, ülkemizde daha öncesinde böyle bir vaka yaşanmamış olduğundan, salgın hastalık ile ilgili hükümler ve uygulamadaki yerine ilişkin içtihat hükümleri yer almamaktadır.

Nitekim mevzuatımızda hastalık, meslek hastalığı ve iş kazası kavramları açıklanmış bulunmaktadır. Salgın hastalık kavramının hangi kavram içerisinde değerlendirilmesi gerektiği hususunda ise çeşitli görüşler mevcuttur. Bunlar arasında; Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 2018/5018 E., 2019/2931 K. ve 15.4.2019 tarihli ilamında;

’Adli Tıp Kurumu raporunda, H1N1 virüsünün kuluçka süresinin 1-4 gün arasında değiştiği, murisin 13.12.2009 tarihli hastaneye başvurusunda belirttiği şikayetlerin hastalığın başlangıç belirtileri olduğu taktirde hastalığın bulaşmasının bu tarihten 1-4 gün öncesinde gerçekleşmiş olacağının bildirildiği, buna göre davacı murisinin, işveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle Ukrayna’ya yapılan sefer sırasında bulaştığı yukarıda belirtilen rapor kapsamından anlaşılan H1N1 virüsüne bağlı olarak, daha sonra meydana gelen ölümünün iş kazası olarak kabul edilmesi gerektiği açıktır.’’ şeklinde ifade edilerek, domuz gribi hastalığı iş kazası olarak değerlendirilmiştir.

Söz konusu olayda, tır şoförü olan işçi, Ukrayna seferinden sonra domuz gribi hastalığına yakalanmıştır. Ülkemizi ve tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs salgınının yayılma hızı ve pandemi boyutu düşünüldüğünde işverenin olayı öngörülebilirliği anlamında kusur incelemeleri yapılacaktır.

Koronavirüs salgınının hangi çerçevede olacağının değerlendirilebilmesi adına iş kazası ve meslek hastalığı kavramlarının tanımlarını incelemek gerekir.

İş kazası ve meslek hastalığı; Türk hukukunda iki farklı mevzuatta açıklanmıştır:

  • 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (‘’5510 Sayılı Kanun’’) 13’üncü maddesinde;

‘’İş kazası; a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada, b) (Değişik: 17/4/2008-5754/8 md.) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle, c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda, d) (Değişik: 17/4/2008-5754/8 md.) Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda, e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen engelli hâle getiren olaydır.’’ şeklinde tanımlanmıştır.

  • 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun (‘’6331 Sayılı Kanun’’) 3’üncü maddesinde;

‘’İş kazası: İşyerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hâle getiren olayı…’’ şeklinde tanımlanmıştır.

  • 5510 Sayılı Kanun’un 14’üncü maddesinde;

‘’Meslek hastalığı, sigortalının çalıştığı veya yaptığı işin niteliğinden dolayı tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, bedensel veya ruhsal engellilik halleridir.’’ şeklinde tanımlanmıştır.

  • 6331 Sayılı Kanun’un 3’üncü maddesinde;

‘’Meslek hastalığı: Mesleki risklere maruziyet sonucu ortaya çıkan hastalığı…’’ şeklinde tanımlanmıştır.

Meslek hastalığı; işin yürütümü ve mesleki risklere maruziyet sonucu ortaya çıkan hastalık olarak tanımlanmıştır. Bu çerçevede, Koronavirüs’ün işin yürütümü sebebiyle ortaya çıkabileceğini söylemek doğru bir değerlendirme olmayacaktır. Ancak, hastanede çalışmasını sürdüren bir hekimin, bu hastalığa yakalanması mesleki risk kapsamında değerlendirilebilecek olsa da, her işyeri için mesleki risk yarattığı düşünülemeyeceğinden meslek hastalığını şahıs bazında ayırarak nitelendirmek doğru olmayacaktır.

Bu çerçevede, Koronavirüs salgınını hastalık veya iş kazası olarak nitelendirilmesi mümkün görünmektedir.

  1. SOSYAL SİGORTALAR KURUMU (‘’SGK’’) AÇISINDAN DEĞERLENDİRME

İşçinin sadece hastalığı kapması halinde;

SGK’nın, Koronavirüs’ü iş kazası veya meslek hastalığı olarak nitelendirdiği takdirde, işverenin de kusuru mevcut ise, hastaların hastalık süreci için rapor düzenlenecek ve hasta işçilere geçici iş göremezlik ödeneği ödenecektir. Koronavirüs’ün hastalık olarak nitelendirildiği takdirde, işverenin kusuru olsa dahi, SGK bu meblağı işverene rücu edemeyecektir. İşverenler kusuru olmasına rağmen SGK’ya hastalık bildiriminde bulunursa, işverenler bunun sorumluluğundan kurtulamayacaktır. Bu halde, geçici iş göremezlik ödeneği işverene rücu edilemeyecektir. Türk Borçlar Kanunu’nun (‘’Borçlar Kanunu’’) 55’inci maddesinde, rücu edilemeyen ödemelerin maddi tazminattan düşülemediği açıklanmıştır. Bu sebeple işçi, bu tazminatı işverenden tahsil edebilecektir:

‘’Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.’’

İşçinin hastalıktan dolayı vefatı halinde;

SGK’nın, Koronavirüs’ü hastalık olarak kabul ettiği takdirde, SGK vefat sebebiyle murislere gelir bağlamayacaktır. Şayet, vefat eden işçinin hastalığı kapmasında işverenin kusuru mevcut ise, Koronavirüs hastalık sayılsa dahi işveren sorumlu olacaktır.

SGK’nın, Koronavirüs’ü iş kazası kabul ettiği takdirde SGK, vefat eden işçinin murislerine gelir bağlayacak ve ölüm nedeniyle bağlanacak gelir, işverene kusuru oranında rücu edilecektir.

  1. KORONAVİRÜS’E KARŞI İŞVERENİN SORUMLULUĞU

İşçilerin Koronavirüs salgınına yakalanmasında işverenin sorumluluğu incelenirken öncelikle değerlendirilmesi gereken husus mücbir sebep kavramıdır.

Mücbir sebep halleri; tarafların kontrolleri dışında meydana gelen ve önlenmesi mümkün olmayan doğal afetler, fırtına, kasırga, deprem, sel, yangın, savaş, patlama, nükleer radyasyon, tehlikeli kimyasal kirlilik, salgın hastalıklar, sivil ayaklanma, hükümet veya resmi makamlarca alınmış kararlar ve genel grev gibi öngörülemez ve bunlarla sınırlı olmaksızın ifa imkansızlığı yaratan durumlar olarak tanımlanmıştır.

İşin ifası boyutunda mücbir sebep incelemesi yapılır ise, işyerinde yeterli önlemler alındığı takdirde öngörülemez bir durumun varlığından bahsetmek yerinde olmayacaktır. İşveren olarak, kısa çalışma uygulamasına geçiş, yıllık ücretli izin, ücretsiz izin uygulaması gibi uygulamalara başvurulması gerekecektir.

İşçinin bu hastalığa işyerinde yakalanması halinde; salgının hastalık veya iş kazası olarak nitelendirilmesi sonucu değiştirmeyecek ve işçinin vefatı halinde işverenin hastalığın kapılmasına ilişkin kusur değerlendirmesi yapılacaktır.

İşveren; işyerinde maske temin ederek takılmasını zorunlu kılınması, işyerinde sosyal mesafe kuralı ile çalışmalar sürdürülmesi, işyerine girişte ateş ölçümü uygulaması yapılması, işçilerin işe gidip gelirken kullandığı servis araçlarında önlem alınması ve işçilere salgın hastalıktan korunmaları için risk analizi ve eğitim uygulamaları yapılması gibi tedbirlere başvurmadığı takdirde kusurlu sayılacaktır.

İşveren yukarıda sayılanlarla sınırlı olmamak kaydı ile, işyerinde yeterli önlemleri almış olmasına rağmen işçi hastalığa yakalandıysa, kaçınılmazlık incelemesi yapılması gerekecektir.

Kaçınılmazlık ilkesi; Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nin 45’inci maddesinde; “Kaçınılmazlık, olayın meydana geldiği tarihte geçerli bilimsel ve teknik kurallar gereğince alınacak tüm önlemlere rağmen, iş kazası veya meslek hastalığının meydana gelmesi durumudur. İşveren alınması gerekli herhangi bir önlemi almamış ise olayın kaçınılmazlığından söz edilemez.” şeklinde açıklanmıştır.

Yerleşik Yargıtay kararlarında; sonucu öngörülen ancak her türlü önlem alınmasına rağmen gerçekleşen kaza vb. hallerde, işçinin bunun sonucuna tek başına katlanması hakkaniyetli bir yaklaşım olarak görülmemektedir. Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin konu ile ilgili görüşü; tazminat veya iş göremezlik neticelerinde işverenin %60, işçinin %40 kusurlu olduğu kabul edilerek tazminat hesaplaması yapılması gerektiği yönündedir.

  1. İŞÇİNİN HASTALIĞA İŞYERİNDE YAKALANDIĞININ İSPATI

İşçinin, hastalığa işyerinde yakalanıp yakalanmadığının ispatı anlamında salgının yayılış biçimi göz önünde bulundurulduğunda kesin bir değerlendirmede bulunmak zor görünmektedir. Ancak bu çerçevede Sağlık Bakanlığı’nın (‘’Bakanlık’’) Filyasyon Ve İzolasyon Takip Sistemi (FİTAS) Uygulamasının dikkate alınması bir seçenek olarak görülebilmektedir. Bakanlık sistemi, hastalığa yakalanan kişileri takip etmekte ve temas ettiği kişileri kayıt altına almaktadır. İşçinin, işyeri dışında hastalığa yakalandığına dair kesin bir saptama var ise, işverenin sorumluluğu kaçınılmazlık boyutunda kalacaktır. Ancak, işveren işyerinde önlem almamış ise kusur sorumluluğu da doğacaktır. Bu tespit, her somut olaya göre değişecektir. Her halde, işçinin bu hastalığa işyerinde yakalandığı tespit edilirse, işveren tazminat ödemekle karşı karşıya kalacaktır.

  1. UZAKTAN ÇALIŞMA MEYDANA GELEN KAZALARIN İŞ KAZASI OLARAK NİTELENDİRİLME HALİ

 

Salgın sebebiyle birçok işverenlik, çalışanlarını uzaktan çalışma uygulaması ile evden çalışmaya yönlendirmiştir. Ancak, evden yapılan çalışmada meydana gelen her kaza iş kazası olarak nitelendirilemeyecektir. İşçinin işi görürken meydana gelen kazalar iş kazası olarak nitelendirilebilecek iken, işçinin şahsi işlerini yaparken meydana gelen kazaları bu kapsamda değerlendirmek doğru olmayacaktır. Bu hususun ispatında, varsa tanık bildirimleri, sağlık mensuplarının değerlendirmeleri ve işçinin beyanları önem arz edecektir.

 

  1. DEĞERLENDİRMELERİMİZ

 

İşveren, işçilerin salgın sürecinde salgına yakalanmasını önlemek amacıyla maske temin ederek takılmasını zorunlu kılınması, işyerinde sosyal mesafe kuralı ile çalışmalar sürdürülmesi, işyerine girişte ateş ölçümü uygulaması yapılması, işçilerin işe gidip gelirken kullandığı servis araçlarında önlem alınması ve işçilere salgın hastalıktan korunmaları için risk analizi ve eğitim uygulamaları yapılması ve bunlarla sınırlı kalmamak kaydıyla tüm önlemleri almakla yükümlüdür. Koronavirüs’ün iş kazası, meslek hastalığı veya hastalık olarak değerlendirilme hallerinde SGK ile olan ilişkide farklı sonuçlar ortaya çıkabilecektir. Ancak her halde, işverenin kusurlu olması halinde, karşılaşılacak sonuçlardan sorumluluğu söz konusu olacaktır.

 

Yapılan değerlendirmeler, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi Başkanlığı’nın görüşleri ve kanaatimiz yorumları çerçevesinde hazırlanmış olup, hukukumuzda salgın sebebiyle yerleşik bir yerleşik içtihat bulunmaması sebebiyle ilerleyen süreçlerde farklı sonuçların ortaya çıkması söz konusu olabilecektir.

 

Kısa Çalışma Uygulaması

  1. KISA ÇALIŞMA UYGULAMASI NEDİR?

Kısa çalışma kavramı ilk olarak 4857 sayılı İş Kanunu’nun (‘’İş Kanunu’’) 65. maddesinde düzenlenmiştir. Daha sonradan yapılan değişiklik ile düzenleme İş Kanunundan kaldırılarak 4447 Sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’nun (‘’4447 Sayılı Kanun’’) Ek 2. Maddesine alınmıştır. 6111 sayılı Kanun ise kısa çalışmanın uygulama alanını genişletmiştir.

4447 Sayılı Kanun’un Ek 2. Maddesinin 1. Fıkrası uyarınca “Genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerle işyerindeki haftalık çalışma sürelerinin geçici olarak önemli ölçüde azaltılması veya işyerinde faaliyetin tamamen veya kısmen geçici olarak durdurulması hallerinde, işyerinde üç ayı aşmamak üzere kısa çalışma yapılabilir.” denilmek suretiyle kısa çalışma yaptırılabilecek haller genel ekonomik, sektörel ve bölgesel kriz ya da zorlayıcı sebeplerle sınırlanmıştır. Bununla birlikte Kısa Çalışma ve Kısa Çalışma Ödeneği Hakkındaki Yönetmeliğin 3. Fıkrası (ç) bendinde işyerindeki haftalık çalışma süresinin geçici olarak en az üçte bir oranında azaltılması veya en az dört hafta süreyle işyerindeki faaliyetin tamamen ya da kısmen durdurulması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca kısa çalışma yapılmasının başka bir koşulu olarak da Türkiye İş Kurumu’nun (‘’İşkur’’) işverenin talebini uygun bulması gerekmektedir. Yasal düzenlemeler bir arada değerlendirildiğinde kısa çalışma yaptırılması için işçiye yapılması gereken yazılı bir bildirim veyahut işçinin kısa çalışmaya yazılı bir onayı öngörülmemiştir.

Kısa çalışma uygulaması ile ilgili, İşkur’un internet sitesinde;

’18.03.2020 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Koronavirüs (Covid-19) kapsamında açıklanan ‘’Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi’nde’’ yer alan ‘’Kısa Çalışma Ödeneği’nin devreye alınarak, bundan faydalanmak için gereken süreçlerin kolaylaştırılması ve hızlandırılması’’ çerçevesinde çalışmalar devam etmekte olup, İşkur Yönetim Kurulunca yeni koronavirüs (Covid-19) nedeniyle dışsal etkilerden kaynaklanan dönemsel zorlayıcı sebep gerekçeli kısa çalışma başvurularının yapılabilmesi için karar alınmıştır. Covid-19 salgınından olumsuz etkilendiği gerekçesiyle kısa çalışma uygulamak isteyen işverenler, 23.03.2020 tarihinden itibaren Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlükleri ve Hizmet Merkezlerine özel olarak oluşturulan elektronik posta adreslerine gerekli belgeleri göndermek suretiyle başvurabileceklerdir. Kısa çalışma ödemeleri, Bakanlığımız Rehberlik ve Teftiş Bakanlığınca yapılacak uygunluk tespitinin ardından gerçekleştirilecektir.’’ şeklinde ifade edilerek, Kısa Çalışma uygulamasının kapsamı ve şartları ile ilgili açıklamalar yapılmıştır. Şöyle ki;

  1. KISA ÇALIŞMA UYGULAMASINA GEÇİŞİN ŞARTLARI

 

  1. Genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz ile zorlayıcı sebeplerin varlığı,
  2. İşyerinde çalışmanın tamamen veya kısmen durması ya da çalışma sürelerinin önemli ölçüde azalması,
  3. İşkur’a ve sendikaya bildirim ve bildirim talebinin değerlendirilmesi (Bu kapsamda krizlerin ya da zorlayıcı sebebin işyerine olan olumsuz etkilerine yönelik siparişlerin ve satışların azaldığına, pasiflerin arttığına, alacakların tahsil edilemediğine, işletmenin zarar ettiğine yönelik belgelerin ve işyeri kayıtlarının ibrazı gerekli olacaktır.)

 

  • KISA ÇALIŞMA TALEBİNDE BULUNULMASI VE TALEBİN DEĞERLENDİRİLMESİ

İşverenler, genel ekonomik, sektörel, bölgesel kriz veya zorlayıcı sebeplerle ‘’Kısa Çalışma Talep Formu ve Kısa Çalışma Uygulanacak İşçi Listesini’’ tanzim ederek kısa çalışma başvurusunda bulunulabilir. Koronavirüs’ten olumsuz etkilendiği gerekçesiyle kısa çalışma talep eden işveren; buna ilişkin kanıtlarla birlikte  ‘’Kısa Çalışma Talep Formu ile Kısa Çalışma Uygulanacak İşçi Listesini’’ bağlı olduğu İşkur biriminin elektronik posta adresine, elektronik posta göndermek suretiyle kısa çalışmaya başvuru yapabilir.

Başvuruların işyerine gidilmeden de belge üzerinden hızlı bir şekilde sonuçlandırılabilmesi için Koronavirüs’ten olumsuz etkilenildiğine dayanak teşkil eden belgelerin başvuruya eklenmesi önem taşımaktadır. Gerektiğinde işverenle irtibata geçilerek ilave belgeler talep edilebilecektir. İşverenlere başvurusunun alındığı yine aynı yolla en kısa sürede bildirilecek ve başvurular uygunluk tespiti amacıyla Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı’na gönderilecektir.

  1. UYGUNLUK TESPİTİNE YÖNELİK GENEL BİLGİLER


Uygunluk tespiti incelemelerinde aşağıdaki hususlar dikkate alınmaktadır;

  • Tüm incelemeler mahalline gidilmeksizin Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı’nda veya Grup Başkanlıklarında sadece ilgili başvuru evrakı ve ekleri üzerinden ve tespit tutanağı düzenlenmeksizin gerçekleştirilecektir.
  • İnceleme sürecinde başvuru evraklarında eksiklik olduğunun değerlendirilmesi halinde, ivedilikle işverenler ile irtibata geçilerek, söz konusu eksik evrakların elektronik ortamda intikal ettirilmesi istenecek ve inceleme evrak bazında ivedilikle tamamlanacaktır.
  • Cumhurbaşkanlığı, Bakanlıklar veya ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından faaliyeti durdurulan işyerleri ile ilgili olarak yapılan uygunluk tespiti incelemelerinde, işyerlerinin sadece bu kapsamda olup olmadığına ilişkin belgeler yeterli olacaktır.
  • İşverenlerin yönetimsel kararları çerçevesinde faaliyeti durdurulan veya azaltılan işyerleri ile ilgili olarak yapılan uygunluk tespiti incelemelerinde ise, durumu ortaya koyacak ilgili belgeler yeterli olacaktır.
  • Uygunluk tespitine ilişkin olarak T.C. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı İş Müfettişlerince rapor niteliğinde yazı düzenlenecektir. Söz konusu yazı ve ekleri, İşkur’un İl Müdürlüklerine Kep adresi üzerinden elektronik ortamda gönderilecek olup ıslak imzalı hali ise işyerlerinin dosyasında muhafaza edilmek üzere bilahare gönderilecektir.
  • Cumhurbaşkanlığı, Bakanlıklar veya ilgili kamu kurum ve kuruluşları tarafından faaliyeti durdurulan işyerleri ile ilgili olarak yapılan uygunluk tespiti işlemi, Kanunda düzenlenen asgari ve azami süreler ile birlikte, idari tasarrufun süresi ile sınırlı olup idari tasarrufun sona ermesi ile kısa çalışma uygulaması da kendiliğinden sona ereceği dikkate alınmalıdır.

 

  1. İŞVERENE KISA ÇALIŞMA TALEBİNİN SONUCUNUN BİLDİRİLMESİ

 

  • Genel ekonomik, sektörel, bölgesel kriz veya zorlayıcı sebeplerden dolayı işyerindeki çalışma süresinin önemli ölçüde azaldığı veya durduğu, İş Müfettişlerince yapılan uygunluk tespiti sonucu işverene, İşkur tarafından bildirilir. İşveren de durumu, işyerinde işçilerin görebileceği bir yerde ilan eder ve varsa toplu iş sözleşmesine taraf işçi sendikasına bildirir. İlan yoluyla işçilere duyuru yapılamadığı durumlarda, kısa çalışmaya tabi işçilere yazılı bildirim yapılır. Kısa çalışma talebi uygun bulunan işveren Kurumca bildirilen sürede Kısa Çalışma Bildirim Listesinigüncelleyerek gönderir.

 

  • Koronavirüsten olumsuz etkilendiği gerekçesiyle kısa çalışma talep eden işverenlere başvurularının sonucu, elektronik posta yoluyla taleplerini gönderdikleri adrese yapılır. Talebi uygun bulunan işverenler, Kurumca bildirilen sürede Kısa Çalışma Bildirim Listesi’ni güncelleyerek başvuru yaptıkları İşkur biriminin elektronik posta adresine gönderir.

 

  1. KISA ÇALIŞMA KAPSAMINDA;


İşçilere kısa çalışma ödeneği ödenmesi, ve Genel Sağlık Sigortası primleri ödenmesi hizmetleri sağlanmaktadır.

 

  • KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİ SÜRESİ, MİKTARI VE ÖDENMESİ

Günlük kısa çalışma ödeneği; sigortalının son on iki aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının %60’ıdır. Bu şekilde hesaplanan kısa çalışma ödeneği miktarı, aylık asgari ücretin brüt tutarının %150’sini geçemez.

 

Kısa çalışma ödeneği, işyerinde uygulanan haftalık çalışma süresini tamamlayacak şekilde çalışılmayan süreler için, işçinin kendisine ve aylık olarak her ayın beşinde ödenir. Ödemeler PTT Bank aracılığı ile yapılmaktadır. Ödeme tarihini öne çekmeye Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı yetkilidir.

 

Kısa çalışmanın günlük, haftalık veya aylık çalışma süresi içerisinde yapılacağı zaman aralığı işyerinin gelenekleri ve işin niteliği dikkate alınarak işverence belirlenir.

 

Kısa çalışma yapılan süreler için, kısa çalışmaya tabi tutulan işçiler adına SGK Aylık Prim ve Hizmet Belgesi ile eksik gün gerekçesi “18-Kısa Çalışma Ödeneği” olarak bildirilir.

 

Kısa çalışma ödeneğinin süresi üç ayı aşmamak kaydıyla kısa çalışma süresi kadardır.

 

Zorlayıcı sebeplerle işyerinde kısa çalışma yapılması halinde, ödemeler İş Kanunu’nun 24’üncü maddesinin (III) numaralı bendinde ve 40’ıncı maddesinde öngörülen bir haftalık süreden sonra başlar. Bu bir haftalık süre içerisinde ücret ve prim yükümlülükleri işverene aittir.

Kısa çalışma yapan işçinin çalışılmayan hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil günlerine ilişkin ücret ve kısa çalışma ödeneği miktarı, kısa çalışma yapılan süreyle orantılı olarak işveren ve Kurum tarafından ödenir.

 

  • KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİ KAPSAMINDA FAZLA VEYA YERSİZ ÖDEMELERİN TAHSİLİ

İşverenin hatalı bilgi ve belge vermesi nedeniyle yapılan fazla ödemeler, yasal faizi ile birlikte işverenden, işçinin kusurundan kaynaklanan fazla ödemeler ise yasal faizi ile birlikte işçiden tahsil edilir.

 

  1. KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİ ALINAN SÜRE İÇİN ÖDENEN PRİMLER

İşçinin kısa çalışma ödeneği aldığı süre için genel sağlık sigortası primleri ödenmektedir. Söz konusu dönemde kısa ve uzun vadeli sigorta primleri aktarılmaz.

 

  1. KISA ÇALIŞMA SÜRESİ

Kısa çalışma süresi, zorlayıcı sebebin devamı süresini ve herhalde üç ayı aşamaz. Kanun ve yönetmelikteki düzenlemeler gereğince çalışmanın, haftalık çalışma süresinin üçte birinden daha az azaltılmış olması veyahut işin kısmen veyahut tamamen durma halinin 3 aydan fazla sürmesi hallerinde kısa çalışmadan ve ödenekten söz etmek mümkün değildir.

  1. KISA ÇALIŞMANIN SONA ERMESİ

Kısa çalışma yapılması için öngörülen ve Kurumdan alınan süre sona ermemesine rağmen kısa çalışmanın yapılmasına sebep teşkil eden hallerin ortadan kalkması kısa çalışmanın sona ermesine neden olacaktır. Üç aylık sürenin dolmasından önce, işverenin ilan ettiği süreden önce normal faaliyetine başlamaya karar vermesi halinde durumu; Kurum birimine, varsa toplu iş sözleşmesi tarafı sendikaya ve işçilere altı işgünü önce yazılı olarak bildirmek zorundadır. Bildirimde belirtilen tarih itibariyle kısa çalışma sona erer.

  • KISA ÇALIŞMANIN ERKEN SONA ERMESİ


İşverenin, kısa çalışma uygulaması devam ederken, normal faaliyetine başlamaya karar vermesi halinde durumu Kurum birimine, varsa toplu iş sözleşmesi tarafı işçi sendikasına ve işçilere altı işgünü önce yazılı olarak bildirmesi zorunludur.
Bildirimde belirtilen tarih itibariyle kısa çalışma sona erer. Geç bildirimlere ilişkin oluşan yersiz ödemeler yasal faizi ile birlikte işverenden tahsil edilir.

 

  • KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİNİN KESİLMESİ

Kısa çalışma ödeneği alanların işe girmesi, yaşlılık aylığı almaya başlaması, herhangi bir sebeple silah altına alınması, herhangi bir kanundan doğan çalışma ödevi nedeniyle işinden ayrılması hallerinde veya geçici iş göremezlik ödeneğinin başlaması durumunda geçici iş göremezlik ödeneğine konu olan sağlık raporunun başladığı tarih itibariyle kısa çalışma ödeneği kesilir.

 

  • İŞVERENİN KAYIT TUTMA ZORUNLULUĞU

Kısa çalışma yapan işveren, işçilerin çalışma sürelerine ilişkin kayıtları tutmak ve istenilmesi halinde ibraz etmek zorundadır.

 

  1. KISA ÇALIŞMANIN İŞÇİLİK ALACAKLARINA ETKİSİ

Kısa çalışma döneminde işçi tarafından herhangi bir çalışma yapılmayacağı için fazla mesai alacağı, hafta tatili alacağı, ulusal bayram ve genel tatil alacağı doğmayacaktır. Ücret alacağı ise işsizlik ödeneği fonu tarafından kanunda belirlenen oranlar dahilinde ödenecektir.

7226 SAYILI BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN İLE  KISA ÇALIŞMA UYGULAMASINDA YAPILAN DÜZENLEMELER

26 Mart 2020 tarihinde 31080 (Mükerrer) sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 7226 Sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (‘’7226 Sayılı Kanun’’) ile kısa çalışma uygulamasında bazı düzenlemeler yapılmıştır. Şöyle ki;

7226 Sayılı Kanun’un 41. maddesiyle, 4447 sayılı Kanun’a Geçici 23’üncü madde eklenmiştir:

GEÇİCİ MADDE 23 – 30/6/2020 tarihine kadar geçerli olmak üzere, yeni koronavirüs (Covid-19) kaynaklı zorlayıcı sebep gerekçesiyle yapılan kısa çalışma başvuruları için, ek 2 nci maddenin üçüncü fıkrasında işçinin kısa çalışma ödeneğine hak kazanabilmesi için öngörülen hizmet akdinin feshi hariç işsizlik sigortası hak etme koşullarını yerine getirmesi hükmü, kısa çalışma başlama tarihinden önceki son 60 gün hizmet akdine tabi olanlardan son üç yıl içinde 450 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödenmiş olması şeklinde uygulanır. Bu koşulu taşımayanlar, kısa çalışma süresini geçmemek üzere son işsizlik ödeneği hak sahipliğinden kalan süre kadar kısa çalışma ödeneğinden yararlanmaya devam eder.

Bu madde kapsamında kısa çalışma uygulamasından yararlanabilmek için, iş yerinde kısa çalışma uygulanan dönemde 4857 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin birinci fıkrasının (II) numaralı bendinde yer alan sebepler hariç olmak kaydıyla işveren tarafından işçi çıkarılmaması gerekir. Bu madde kapsamında yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren 60 gün içinde sonuçlandırılır.

Bu madde kapsamında yapılan başvuru tarihini 31/12/2020 tarihine kadar uzatmaya ve birinci fıkrada belirlenen günleri farklılaştırmaya Cumhurbaşkanı yetkilidir.”

  • Geçici Madde ile birlikte; ‘’İşçinin kısa çalışma ödeneğine hak kazanabilmesi için, işverence Kuruma yapılan başvurunun uygun bulunmasının yanında, kısa çalışmanın başladığı tarihten önceki son 120 gün içinde kesintisiz çalışmış olması ve son üç yıl içinde adına en az 600 gün işsizlik sigortası primi bildirilmiş olması gerekmekte’’ iken bu süre 30.06.2020 tarihine kadar geçerli olmak şartıyla ‘’İşçinin kısa çalışma ödeneğine hak kazanabilmesi için öngörülen hizmet akdinin feshi hariç işsizlik sigortası hak etme koşullarını yerine getirmesi hükmü, kısa çalışma başlama tarihinden önceki son 60 gün hizmet akdine tabi olanlardan son üç yıl içinde 450 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödenmiş olması’’ şeklinde revize edilerek, kısa çalışma uygulamasından daha fazla işçinin faydalanabilmesi öngörülmüştür. Bu sürelerin Cumhurbaşkanı tarafından değiştirilebilecek olması da, konu ile ilgili hızlı karar alınabilme imkanı sağlamıştır.

 

  • Geçici Madde ile birlikte; işverenlerin İş Kanunu’nda yer alan haklı nedenler hariç olmak kaydıyla işveren tarafından işçi çıkarılmaması gerektiği hüküm altına alınmıştır.

 

  • 7226 sayılı Kanun’un 52’nci maddesi ç bendinde;

‘’ç) 41inci maddesi 29/2/2020 tarihinden itibaren uygulanmak üzere yayımı tarihinde,’’ yürürlüğe gireceği hüküm altına alındığından, kısa çalışma uygulamasına ilişkin hükümler 29/02/2020 tarihinden itibaren geriye etkili şekilde uygulanacaktır.

İş Hukukunda Rekabet Yasağı Sözleşmesinin Geçerlilik Koşulları

İş hukukunda rekabet yasağı, mevcuttaki iş sözleşmesi devam ederken veya iş sözleşmesi sona erdikten sonra işveren ile rekabet etmeme borcu olarak iki şekilde incelenmektedir. İş sözleşmesi devam ederken işçinin işverenle rekabet yasağının kaynağı işçinin işverene olan sadakat borcudur. Sadakat borcu, iş sözleşmesinin sona ermesiyle ortadan kalkmaktadır. Eğer işveren veya işçi rekabet etmeme yükümlülüğünün iş sözleşmesi sona erdikten sonra da devam etmesini istiyorsa, iş sözleşmesine bu konuda bir şart koyulması ya da ayrı bir rekabet yasağı sözleşmesi düzenlenmesi gerekmektedir. İşçinin iş sözleşmesi sona erdikten sonra işverenle rekabetinin yasaklanmasına sebep olan bu sözleşme, işçinin ekonomik geleceğini de sınırlandırdığı için, birtakım sınırlamalara tabi tutulmuştur.

Bilgilendirme Notumuz’da işçi ile işveren arasındaki rekabet yasağı sözleşmesinin geçerlilik koşulları ve sözleşmelere ilişkin kısıtlamalar incelenecektir.

  1. REKABET YASAĞI NEDİR?

İşçinin sadakat yükümlülüğü, Türk Borçlar Kanunu’nun (‘’Kanun’’) 396’ncı maddesinde düzenlenmiştir:

‘’İşçi, yüklendiği işi özenle yapmak ve işverenin haklı menfaatinin korunmasında sadakatle davranmak zorundadır. İşçi, işverene ait makineleri, araç ve gereçleri, teknik sistemleri, tesisleri ve taşıtları usulüne uygun olarak kullanmak ve bunlarla birlikte işin görülmesi için kendisine teslim edilmiş olan malzemeye özen göstermekle yükümlüdür.

İşçi, hizmet ilişkisi devam ettiği sürece, sadakat borcuna aykırı olarak bir ücret karşılığında üçüncü kişiye hizmette bulunamaz ve özellikle kendi işvereni ile rekabete girişemez. İşçi, iş gördüğü sırada öğrendiği, özellikle üretim ve iş sırları gibi bilgileri, hizmet ilişkisinin devamı süresince kendi yararına kullanamaz veya başkalarına açıklayamaz. İşverenin haklı menfaatinin korunması için gerekli olduğu ölçüde işçi, hizmet ilişkisinin sona ermesinden sonra da sır saklamakla yükümlüdür.’’

Rekabet yasağı, aynı alanda iş yapan kimselerin birbirleri ile hukuka aykırı olarak yarışa girememesi, belirli kimselerin birbirleriyle rekabet etmelerinin yasaklanması anlamına gelmektedir.[1]

İşçinin rekabet etmeme borcunun, diğer bir ifade ile, işverenle rekabet yasağının iş sözleşmesi sona erdikten sonra da devam etmesi isteniyorsa, tarafların bunu ayrıca ve açıkça sözleşmeyle kararlaştırması gerekir. Bu kararlaştırma ayrı bir sözleşmeyle yapılabileceği gibi, mevcut iş sözleşmesine konulacak özel bir hükümle de yapılabilir. Rekabet yasağı sözleşmesi, işçinin iş sözleşmesi devam ederken işverenin müşterilerini tanıması ya da iş sırlarını öğrenmesi sebebiyle, iş ilişkisi sona erdikten sonra belirli bir faaliyet alanında, belirli bir coğrafi bölgede ve belirli bir zaman dilimi içinde işverenle rekabet teşkil edecek herhangi bir faaliyette bulunmaması hususunu içeren sözleşmedir.[2]

Bu husus, Kanun’un 444’üncü maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir:

“Fiil ehliyetine sahip olan işçi, işverene karşı, sözleşmenin sona ermesinden sonra herhangi bir biçimde onunla rekabet etmekten, özellikle kendi hesabına rakip bir işletme açmaktan, başka bir rakip işletmede çalışmaktan veya bunların dışında, rakip işletmeyle başka türden bir menfaat ilişkisine girişmekten kaçınmayı yazılı olarak üstlenebilir.”

  1. REKABET YASAĞI SÖZLEŞMESİNİN GEÇERLİLİK KOŞULLARI

Geçerli bir rekabet yasağı sözleşmesinden söz edebilmek için bu koşulların hepsinin bir arada olması gerekir. Rekabet yasağı sözleşmenin geçerliliği için bulunması zorunlu olan bu koşullara ilişkin hükümler emredici niteliktedir ve bu koşullardan herhangi birinin bulunmaması halinde sözleşme batıl olur.[3]

  1. MADDİ ŞARTLAR

 

  1. İş Sözleşmesinin Varlığı ve Tarafların Ehliyeti

 

Rekabet yasağı sözleşmesinin kurulabilmesi için öncelikle taraflar arasında bir hizmet ilişkisi olmalıdır.

Bu sınırlandırma, işçinin iş sözleşmesine bu hususta hüküm konulmasına rıza göstermesi veya kendi rızasıyla rekabet yasağı sözleşmesine taraf olmasıyla mümkün olabilecektir.

Rekabet yasağıyla sınırlanan özgürlüğün büyük önemi olması dolayısıyla, geçerli bir rekabet yasağı sözleşmesinin kurulabilmesi için işçinin tam ehliyete sahip olması koşulunu aramak yerinde olacaktır.

 

  1. İşçinin İşverenin Sırlarını Öğrenme İmkanına Sahip Olması

 

Rekabet yasağı sözleşmesinin geçerli olabilmesi için, ilk olarak işçinin işverenin müşteri çevresini, ticari nitelikteki iş sırlarını veya üretim sırlarını öğrenebilecek durumda olması gerekir. Müşteri çevresi veya üretim sırları ya da işverenin yaptığı işler hakkında edinilen bu bilgiler, rekabete elverişli bilgilerdir. Söz konusu bilgilerden biri veya hepsine vakıf olmak, rekabet yasağının öngörülmesi bakımından gereklidir.

 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 22.9.2008 tarihli, 2008/9-517 E. ve 2008/566 K. sayılı ilamında; rekabet yasağı sözleşmesinin ancak, işçinin müşteri çevresine veya iş sırlarına nüfuz etme imkânına sahip bulunması nedeniyle işverenin önemli bir zarara uğraması ihtimalinin varlığı halinde geçerli olabileceği ifade edilmiştir.

 

Rekabet yasağı sözleşmesinin amacı, işçinin işyerinde öğrendiği işverene özgü sır niteliğindeki bilgileri iş sözleşmesinin sona ermesinden sonra işverenle rekabet teşkil edecek şekilde kullanmasını önlemektir.

 

  • İşçinin iş sırlarına vakıf olması veya müşterilere ilişkin bilgi sahibi olması sebebiyle rekabet yasağı sözleşmesi akdedilecek ise, yasağın kararlaştırıldığı tarihte var olan şartlar değil, iş ilişkisinin devamında hakim olunan bilgiler ve sözleşmenin sona erdiği tarihteki şartlar dikkate alınmalıdır.
  • İşçinin müşterilere ait bilgilere ya da iş sırlarına hakim olması koşulunun gerçekleşip gerçekleşmediği tespit edilirken işçinin işyerindeki konumu da dikkate alınmalıdır.

 

Örneğin, bir pazarlama elemanı ile depo görevlisinin müşterilere ait bilgilere sahip olma durumları veya satış servisinde çalışan bir işçi ile kimya laboratuarında çalışan bir teknisyenin üretimdeki özel formülleri öğrenme olasılıkları birbirinden farklıdır.[4]

 

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 10.03.2008 tarihli, 2007/11865 E., 2008/3993 K. sayılı ilamında;

“… davacının davalı hastane işyerinde hemşire olarak çalıştığı anlaşılmaktadır. Davacı işçi ile işveren arasında iş sahibinin müşterileri tanımak veya işlerinin esrarına nüfuz etmek hususlarında uygun olan bir iş sözleşmesi bulunmadığından BK.m.348/I anlamında belirli bir sürede rakip bir işletmede çalışamaması yolunda koşul öngörülemeyeceği” sonucuna varmıştır.

 

  • Rekabet yasağının kararlaştırılabilmesi için müşteri çevresinin bir iş sırrı teşkil etmesi ve işverence saklı tutulması gerekmemektedir. İşçinin işyerinde çalıştığı süreçte işverenin müşteri çevresini tanıması ve bu durumu iş sözleşmesi sona erdikten sonra işverene zarar verecek şekilde kullanabilecek olması hali, bu müşteri çevresi sır niteliği taşımasa dahi, akdedilecek rekabet yasağı sözleşmesi geçerli olacaktır.

 

  • Rekabet yasağı anlamında iş sırrından söz edebilmek için öncelikle sırrın işletmeyle ilgili olması gerekmektedir. Sırrın işletmeyle ilgili olmasından kasıt, sırrın ticari, teknik veya personele ilişkin olmasıdır. İşletmeyle ilgili iş sırlarına örnek olarak, işletmenin işleyiş biçimi, fiyat tarifeleri, müşteri veya abone listeleri, işletmenin herkes tarafından bilinmeyen organizasyonu, üretim teknolojisi, özellikle kimya ve makine sanayisinde rastlanan özel üretim biçimleri, bir ticari işletmenin şifre sistemi, bankalarla kredi anlaşmaları, yazışmalar, bilgisayar programları, pazar planları, tüketici alanları, hammadde kaynakları, kredi olanakları, işletmenin muhasebe kayıtları, rekabet şansı, işverene ait olan işçi buluşları, personel planlaması gibi konulardaki bilgiler verilebilir. [5]

 

Örneğin, bir işletmenin dünyada birkaç firma tarafından bilinen üretim teknolojisi, sadece sınırlı bir çevre tarafından bilindiği için, rekabet yasağı anlamında iş sırrı teşkil eder. Ancak işçi sınırlı bir çevre tarafından bilinen söz konusu sırlar hakkında bilgi sahibi olduktan sonra, işveren bu bilgileri üçüncü kişilere açıklamışsa, artık bu bilgiler iş sırrı kapsamında değerlendirilemeyecek ve bilginin açıklanması dolayısıyla işverenin zarar görme olasılığı da ortadan kalkmış olacaktır. [6]

 

  1. İşverene Ait Bilgilerin Kullanılması Halinde İşverenin Zarara Uğraması İhtimali

Rekabet yasağı öngörülebilmesi için işçinin işverenin iş sırları hakkında bilgi sahibi olması tek başına yeterli değildir. Bunun yanında, işçinin sahip olduğu bu bilgilerin sözleşmenin sona ermesinin ardından işçi tarafından kullanılması ve işverenin zarara uğrama ihtimali rekabet yasağı sözleşmesinin geçerlilik şartıdır.

İşverenin uğrayacağı zararın somut bir zarar olması gerekmemekte, önemli bir zarar verme ihtimali yeterli sayılmaktadır. Buna göre önemli zarar olarak; işverenin kazancında veya siparişlerinde ciddi düşüşler doğuran, işverenin iş yapma olanaklarını önemli ölçüde sınırlandıran, işverenin rekabet gücünü sekteye uğratan zararlar olarak ifade edilebilir.

 

  • İşverenin işçiyi eğitmesi, ona iş konusunda mesleki bilgi vermesi ve tecrübe kazandırması durumu tek başına işçinin iş sırlarını öğrendiği şeklinde değerlendirilmemelidir. Örneğin hiçbir iş tecrübesi olmayan bir bilgisayar mühendisini eğiten, yetiştiren, ona deneyim kazandıran işverenin sadece vermiş olduğu bu eğitim ve kazandırdığı tecrübe nedeniyle rekabet yasağı sözleşmesi yapması kabul edilemez.

 

Nitekim çalışma hakkına sahip olan herkesin bir yerde tecrübe kazanma ve daha sonra deneyimli olarak bir başka işverenin yanında işe başlama hakkı vardır. Ancak söz konusu işyerinde çalıştığı süre içinde işyerinde iş sırrı kapsamında değerlendirilebilecek bilgilere sahip olan, özel üretim tekniklerini, sadece bu işyerinde tasarlanan programları öğrenen bir işçi ile rekabet yasağı sözleşmesi yapılmasında işverenin haklı bir menfaati olduğundan söz edilebilir.[7]

 

  1. Rekabet Yasağının Zaman, Yer ve Konu Bakımından Sınırlandırılması

 

Kişinin ekonomik özgürlüğünü sınırlandıran rekabet yasağı Kanun ve Medeni Kanun’a uygun olduğu sürece geçerlidir.

 

Her ne kadar kişiler kendi özgürlüklerini sınırlandırma hakkına sahip olsalar da, sözleşme özgürlüğü çerçevesinde şahsi özgürlüklerini kısıtlamada mutlak bir serbestileri mevcut değildir.

 

Kanun’un 445’inci maddesinde;

 

‘’Rekabet yasağı, işçinin ekonomik geleceğini hakkaniyete aykırı olarak tehlikeye düşürecek biçimde yer, zaman ve işlerin türü bakımından uygun olmayan sınırlamalar içeremez ve süresi, özel durum ve koşullar dışında iki yılı aşamaz. Hâkim, aşırı nitelikteki rekabet yasağını, bütün durum ve koşulları serbestçe değerlendirmek ve işverenin üstlenmiş olabileceği karşı edimi de hakkaniyete uygun biçimde göz önünde tutmak suretiyle, kapsamı veya süresi bakımından sınırlayabilir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

 

  1. Rekabet Yasağının Zaman Bakımından Sınırlandırılması

 

  • Kanun’un 445’inci maddesinde rekabet yasağı sözleşmesi süresinin özel durum ve koşullar dışında iki yılı aşamayacağı hüküm altına alınmıştır.

 

  • Üretim sırlarına ilişkin rekabet yasaklarında, zaman bakımından sınırlamanın müşteri çevresine ilişkin rekabet yasaklarına göre daha uzun bir süreye bağlanabileceği kabul edilmektedir. Çünkü işçinin müşteri çevresini tanımış olduğu hallerde, işverenin müşteri çevresinin korunmasındaki menfaati, bu müşterilerle çalışacak yeni bir işçi buluncaya kadar devam eder. Nitekim sözleşmesi sona eren işçinin bu müşterilerle ilişki kurması, onun kişisel yeteneklerinin sonucudur. Ancak işçinin üretim sırlarını öğrenmiş olması halinde, üretim sırlarının uzunca bir süre korunmasında işverenin menfaati vardır. Çünkü üretim sırlarının patente bağlanmaları veya ticari alanda kullanılmaları uzunca bir süreyi gerektirir.[8]

 

  • Rekabet yasağı zaman bakımından sınırlandırılırken, yer ve konu itibariyle yasağın kapsamı, işçinin yaptığı işin onun yapabileceği tek iş olup olmadığı ve işverenin bu sınırlamadaki menfaatinin dikkate alınması gerekmektedir.

 

  • Rekabet yasağının geçerli olacağı süre belirlenirken, işçinin yasak kapsamı dışında kalan bir işte çalışma imkânının olup olmadığı da incelenmelidir.

 

  • Rekabet yasağı sözleşmesinin geçerli olabilmesi için mutlaka bir süre kararlaştırılmalıdır; aksi halde süre gözetilmeksizin düzenlenen rekabet yasağı sözleşmeleri geçersiz sayılacaktır.
  1. Rekabet Yasağının Yer Bakımından Sınırlandırılması

Rekabet sözleşmelerinde işçinin rekabet yasağı sorumluluğunun hangi coğrafya içerisinde geçerli olacağının belirlenmesi gerekmektedir.

  • Rekabet yasağı yer bakımından sınırlandırılırken işçinin öğrendiği bilgiler ve bu bilgilerin o yerde kullanılması halinde işverenin göreceği zarar dikkate alınmalıdır.[9]
  • İşçinin rekabet yapmasının yasaklandığı coğrafi alan hiçbir zaman işverenin iş ilişkisi içinde bulunduğu faaliyet sahasını aşmamalıdır.[10]

Söz konusu yer, coğrafi bölge veya şehir olarak belirtilebilir. Ancak ilgili yerin tüm Türkiye olarak öngörülmesi, rekabet yasağının geçersiz sayılması sonucunu doğuracaktır.

Eğer işçinin çalıştığı işletme, uluslararası faaliyetlerde bulunmaktaysa veya banka gibi tüm Türkiye’de işyerleri ya da şubeleri bulunan işletme söz konusu ise ve işçinin ekonomik geleceği tehlikeye düşmeyecekse, diğer bir ifade ile işçinin yasak kapsamındaki iş dışında başka bir faaliyette bulunma imkanı varsa, işçinin yeterliliği, tecrübesi, maddi durumu, statüsü buna olanak sağlıyorsa, süre ve konu bakımından yasağın kapsamı çok daraltılarak, yasağın yer bakımından sınırı geniş tutulabilir. Uluslararası nitelikte faaliyet gösteren bir işletmede çalışan işçinin, işten ayrıldıktan sonra yurt dışında bu işletmeye rakip bir firmada çalışması ve eski işinde öğrendiği bilgileri kullanması, eski işverene zarar verebilir.

 

Tabi ki bu sınırlandırma yapılırken işçinin ekonomik geleceğinin tehlikeye girmemesi ve çalışma özgürlüğüne zarar gelmemesine dikkat edilmelidir. Bu amaçla, yer bakımından yasağın kapsamının geniş tutulduğu durumlarda mutlaka konu ve zaman bakımından yasağın kapsamı daraltılmalıdır.[11]

 

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 06.07.1999 tarihli, 8262 E., 12073 K. sayılı ilamında;

 

‘’…davalı ile davacı bankanın hizmet ilişkisinin sona ermesinden itibaren davalının Türkiye’deki tüm bankalarda çalışmamasına ilişkin olarak kararlaştırdıkları rekabet yasağı hükmü, yer bakımından geçersizdir. Çünkü bu durum davalı bankacının geleceği bakımından birtakım olumsuz sonuçlar doğuracaktır.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

 

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 23.5.2006 tarihli, 2006/6891 E. ve 2006/15193 K. sayılı ilamında; bankada müfettiş yardımcısı olarak çalışan davalının tarafı olduğu rekabet yasağı sözleşmesindeki uyuşmazlığa ilişkin kararı eksik inceleme gerekçesiyle bozmuş, karara muhalif üyeler ise rekabet yasağı sözleşmesinin geçersizliği nedeniyle davanın reddi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Söz konusu kararda yasağın kapsamı tüm Türkiye olarak değil, Marmara, Ege ve İç Anadolu bölgesi olarak belirtilmiştir. Karara karşı oy kullanan üyeler, bu üç bölgenin bankacılık faaliyetleri bakımından çok yoğun olduğunu ve bu bölgelerin tamamı için getirilen rekabet yasağının davacının içine düşeceği mali koşullar açısından sözleşmenin geçersizliği sonucunu doğurması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

 

  • Rekabet Yasağının Konu Bakımından Sınırlandırılması

 

  • İşin türü bakımından rekabet yasağı, işverenin yaptığı faaliyetle doğrudan doğruya ilgili işlerle sınırlandırılabilir. [12]Örneğin, işyerinde lastik üretimi yapılan bölümde çalışan işçinin, iş sözleşmesi sona erdikten sonra, lastik üretimi yapan işyerlerinde çalışamayacağına ilişkin rekabet yasağının kararlaştırılması mümkündür.

 

  • Kural olarak konu bakımından rekabet yasağı, işçinin çalıştığı yerdeki somut görev ve işleviyle sınırlıdır. Ancak, işçi kendi göreviyle ilgili bulunmayan bir alanda iş sırlarını öğrenmişse, bu durum da rekabet yasağı kapsamında değerlendirilmelidir.[13]

 

  • Rekabet yasağı konu bakımından, işverenin faaliyet sahası ile sınırlandırılır.

 

  1. Rekabet Yasağına Hakimin Müdahalesi

 

Rekabet yasağı, işçinin ekonomik geleceğini hakkaniyete aykırı olarak tehlikeye sokmadıkça geçerlidir.

 

İşçinin rekabet yasağı sözleşmesinin aşırı olduğunu tek başına belirleyebilmesi mümkün değildir. Rekabet yasağının uygun bir sınır içinde kalınarak kararlaştırılıp kararlaştırılmadığını hakim tespit eder.[14]

Kanun’un 445/2 madde hükmünde;

‘’Hâkim, aşırı nitelikteki rekabet yasağını, bütün durum ve koşulları serbestçe değerlendirmek ve işverenin üstlenmiş olabileceği karşı edimi de hakkaniyete uygun biçimde göz önünde tutmak suretiyle, kapsamı veya süresi bakımından sınırlayabilir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

Hakim, olayın özelliğini ve rekabet etmeme yükümlülüğü karşısında işçiye bir bedel ödenip ödenmediği gibi hususları dikkate alarak sözleşmeyi sınırlandırabilecektir. Örneğin, iki yıl olarak belirlenmiş rekabet etmeme yükümlülüğünü altı aya indirebilir ya da çalışma konusunun kapsamını daraltabilecektir.

  1. ŞEKLİ ŞARTLAR

 

Rekabet yasağı sözleşmesi yazılı şekle tabidir. Bu sözleşmenin geçerli olarak kurulabilmesi için yazılı şekilde yapılması zorunludur. Rekabet yasağı sözleşmesinin geçerli olabilmesi için sözleşmenin adi yazılı şekilde yapılması yeterlidir. Kanunen yazılı şekilde yapılması gereken bir sözleşmede yapılacak değişiklikler de yazılı şekilde yapılmalıdır.

 

  • REKABET YASAĞINA AYKIRI DAVRANIŞLARIN SONUÇLARI

 

Kanun’un 446’ncı maddesine göre;

 

Rekabet yasağına aykırı davranan işçi, bunun sonucu olarak işverenin uğradığı bütün zararları gidermekle yükümlüdür. Yasağa aykırı davranış bir ceza koşuluna bağlanmışsa ve sözleşmede aksine bir hüküm de yoksa, işçi öngörülen miktarı ödeyerek rekabet yasağına ilişkin borcundan kurtulabilir; ancak, işçi bu miktarı aşan zararı gidermek zorundadır. İşveren, ceza koşulu ve doğabilecek ek zararlarının ödenmesi dışında, sözleşmede yazılı olarak açıkça saklı tutması koşuluyla, kendisinin ihlal veya tehdit edilen menfaatlerinin önemi ile işçinin davranışı haklı gösteriyorsa, yasağa aykırı davranışa son verilmesini de isteyebilir.

 

  1. İŞÇİNİN CEZAİ ŞART ÖDEMESİ

 

Cezai şart; borçluyu sözleşmeye uygun davranmaya yönelten bir araç olup, işçilerin rekabet yasağını ihlal etmeleri konusunda caydırıcı nitelik taşımakta ve işverenin menfaatini etkili bir biçimde korumaktadır. Bu sebeple uygulamada birçok olayda rekabet yasağının yaptırımı olarak cezai şart kararlaştırılması yoluna gidildiği görülmektedir. Taraflarca cezai şart kararlaştırılırken, aksi öngörülmemiş ise, rekabet yasağının birden çok kez ihlali mevcut olsa dahi cezai şart bir kez ödenecektir.

 

İş sözleşmesine rekabet yasağı ile ilgili bir cezai şart konulmuş ise ve sözleşmede aksine bir hüküm yok ise Kanun’un 446/2 hükmü uyarınca işçi öngörülen miktarı ödeyerek rekabet yasağına ilişkin borcundan kurtulabilecektir. Ancak işçi işverenin bu miktarı aşan zararlarını da gidermek zorundadır.

Hakim, Kanun uyarınca aşırı gördüğü ceza koşulunu indirebilir. Rekabet yasağı çerçevesinde kararlaştırılmış olan aşırı yüksek cezai şart hakim tarafından indirime tabi tutulabilecektir. Ancak cezai şartın indirilebilmesi için ceza ödeme borcunun doğması ve muaccel hale gelmesi gerekmektedir.

 

  1. REKABET YASAĞININ SONA ERMESİ

Rekabet yasağı; rekabet yasağının devamında işverenin gerçek bir yararı kalmazsa, işveren haklı bir neden olmaksızın iş sözleşmesini feshederse, işçi, işverene yüklenebilen bir nedenle iş sözleşmesini feshederse veya rekabet yasağı sözleşmesinin süresinin bitimiyle sona ermektedir.

  1. YARGITAY KARARLARI

 

  1. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 29.5.1997 tarihli, 1997/6252 E. ve 1997/10506 K. sayılı ilamında;

 

’Rekabet yasağı sözleşmesinin konusu, örneğin, şarap firmasında satış elemanı olarak çalışan işçinin kendi isteği ile işyerinden ayrıldıktan sonra aynı alanda faaliyet gösteren başka bir işyerinde tanıtma ve pazarlama elemanı olarak çalışmasının yasaklanması olabilir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

 

  • Yargıtay ilamında; rekabet yasağı sözleşmesinde, işçinin aynı alanda ve aynı faaliyet kolunda çalışmasının yasaklanabileceği ifade edilmiştir.

 

  1. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 03.03.2015 tarihli, 2014/17613 E. 2015/2848 K. sayılı ilamında;

 

‘’Hizmet ilişkisinin varlığından kaynaklı olarak işçinin, iş yerine ait üretim sırları, müşteri çevresi, işletme organizasyonu, mali kayıtlar müşterilere ait bilgiler veya diğer iş sırlarının muhafazası işverenin korunmaya değer menfaati olarak kabul edilebilecektir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

 

  • Yargıtay ilamında, işçinin korumakla yükümlü olduğu işverene ait sırlar örneklendirilmiştir.

 

  1. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 18.5.1999 tarihli, 1999/5784 E. ve 1999/9049 K. sayılı ilamında;

 

 “Taraflar arasında 22.3.1999 tarihinde imzalanan iş sözleşmesinin eki niteliğindeki rekabet yasağı sözleşmesinde, davalı işçinin fesih tarihinden itibaren bir yıl içinde davalı şirketin iştigal alanına giren hiçbir işi kabul etmeyeceği, bu türden şirketlerde görev yapmayacağı kararlaştırılmış ve coğrafi sınır olarak Türkiye belirlenmiştir. Davalının iş sözleşmesi, 19.8.2003 tarihinde davacı işveren tarafından feshedilmiş ve tazminatlar davalı işçiye ödenmiştir. Davalı işçinin bir yıllık süre geçmeden davacı işverene rakip bir firmada yönetici sıfatıyla göreve başladığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

 

  • Yargıtay ilamında, işçinin iş akdinin sonlanmasına müteakip rakip bir firmada çalışmasına değinilmiştir.

 

  1. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 03.04.2007 tarihli, 2007/913 E. ve 2007/9258 K. sayılı ilamında;

 

‘’Somut olayda, davacı işveren, davalı işçinin iş sözleşmesinin feshinde işçinin kusuruna dayanmamıştır. Davalının iş sözleşmesinin işçinin yasal hakları ödenmek suretiyle feshedildiği, işverenin de kabulündedir. Böyle olunca, Borçlar Kanunu’nun 352. maddesi hükmü, davacı işverenin rekabet yasağı sözleşmesi sebebiyle tazminat isteğinin reddine karar verilmesi gerekir. Mahkemece davanın reddi yerine, yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi hatalı olmuştur.” şeklinde ifade edilmiştir.

 

  • Yargıtay ilamında, iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı nedenle feshedilmemiş olması sebebiyle, işverenin rekabet sözleşmesindeki tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

 

  1. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 23.05.2006 tarihli, 2006/6891 E. ve 2006/15193 K. sayılı ilamında;

 

“… Davalı işçi ile iş ilişkisinin kurulduğu 26.2.2002 tarihinde taraflar arasında düzenlenen rekabet yasağı sözleşmesinde, işçinin müfettiş yardımcısı olarak görev yaptığı belirtilmiş ve davacı işçinin teknik, ticari ve personele ilişkin iş sırlarına ve müşteri çevresine nüfuz eden konumu sebebiyle asgari dört yıl süreyle çalışması şartı öngörülmüştür. İşçinin dört yıllık süre dolmadan ayrılması halinde diğer bankalar ile finans sektöründe faaliyet gösteren mali kuruluşlarda çalışmayacağı taahhüt edilmiş, bu süre iki yıl ile sınırlandırılmış ve Marmara, Ege ve İç Anadolu kapsamına giren illerde geçerli olduğu hükme bağlanmıştır. … Somut olayda işyerinde müfettiş yardımcısı olarak çalışan davalının müşterileri tanıma, iş sırrına vakıf olma ve en nihayet işverenin hissolunacak bir zararına neden olabilmesi yönlerinden gerekli inceleme yapılmamıştır. … Eksik incelemeyle karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.” şeklinde ifade edilmiştir.

 

  • Yargıtay ilamında, somut olay özelinde işçinin görev tanımının, işverenin sır niteliğindeki bilgilerine vakıf olma düzeyinin ve işverene verebileceği zarar ihtimalinin gözetilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

 

  1. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2017/1636 E. 2019/959 K. Sayılı 07.02.2019 Tarihli ilamında;

 

‘’Rekabet yasağı sözleşmesinin geçerli olabilmesi için, işveren tarafından sözleşmenin haklı nedenle feshedilmiş olması veya ayrılan işçi tarafından haksız olarak feshedilmemiş olması, davalı işçinin iş akdinin devamı sırasında işyerinin önemli müşteri çevresi veya üretim yönünden ticari sırlarına vakıf olabilecek bir pozisyonda çalışmış ve ayrıldıktan sonra yasaklı süre içerisinde rakip bir işyerinde çalışmaya başlaması veya kendisinin bu tür bir faaliyeti icra etmesi, önceki işyerinde edindiği bilgileri yeni işyerinde kullanmasının önceki işverene önemli zarar verebilme ihtimalinin varlığı yeterlidir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

 

  • Yargıtay ilamında, rekabet yasağı sözleşmesinin geçerlilik koşulları açıklanmış olup, işçinin pozisyonu, iş akdinin sona ermesinden sonra çalıştığı işyerinin niteliği ve yine önceki işverenine zarar verebilme ihtimali incelenmiştir.

 

  1. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2018/3000 E. 2019/4468 K. Sayı 17.06.2019 Tarihli İlamında;

 

“Her ne kadar dava konusu rekabet yasağı ve buna dayalı cezai şarta ilişkin sözleşme, taraflarca hizmet sözleşmesi içerisinde akdedilmişse de hizmet sözleşmesinin sona ermesiyle beraber hüküm ifade edeceği gözetilerek mahkemece, 6098 sayılı TBK’nın 445/2 maddesi uyarınca bir değerlendirme yapılıp hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.” şeklinde ifade edilmiştir.

 

  • Yargıtay ilamında, rekabet yasağı sözleşmesinin geçerli olacağı iki yıllık sürenin işçinin iş akdinin sona ermesinden itibaren başladığı ifade edilmiştir.

 

  1. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2018/4879 E. 2019/6273 K. Sayı 07.10.2019 Tarihli ilamında;

 

”Çalışan işverenin faaliyet gösterdiği iş kolunda, ilgili pazarlarda faaliyet gösteren hiç bir seyehat acentasında, şirketin Türkiye sınırları içinde faaliyet gösterdiği coğrafya dahilinde, 6 ay süre ile doğrudan ve dolaylı olarak çalışmayacağını, böyle bir şirkete 6 ay süre ile hiç bir şekilde ticari fayda sağlamayacağını açıkça kabul ve taahhüt eder.” şeklinde ifade edilmiştir.

  • Yargıtay ilamında, bu hükmü içeren rekabet yasağı sözleşmesini coğrafi alan sınırlaması içermemesi sebebiyle tamamen geçersiz kabul eden ilk derece mahkemesinin hükmünü hatalı bulunmuştur. Zira Yargıtay da böyle bir durumda İlk Derece Mahkemesi’nin Kanun 445/2 gereğince değerlendirme yaparak sözleşme hükümlerini sınırlayabilme yetkisini kullanıp kullanmayacağını tartışması ve neticesine göre karar vermesi gerektiği kanaatindedir.

 

  1. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2019/396 E. 2019/7325 K. Sayı 19.11.2019 Tarihli İlamında;

 

’Sözleşmeye aykırılık halinde cezai şart ödenmesi kararlaştırılmış ise işçinin öngörülen miktarı ödemesi halinde rekabet yasağına ilişkin borç ortadan kalkmaktadır. Bununla birlikte şayet işveren ödenen cezai şartın ötesinde başkaca bir zarara uğradığını iddia edecek olursa işçinin TBK 180/2 gereğince işçinin kusurunu ispat etmelidir. Ayrıca rekabet yasağı sözleşmesinin tek taraflı olarak sadece işçi aleyhine cezai şart öngörmesi sözleşmeyi geçersiz kılmamaktadır.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

 

  • Yargıtay ilamında, rekabet yasağı sözleşmesinin geçerli kabul edilmesi için Bilgilendirme Notumuz’da bahsettiğimiz şartların varlığının yeterli olduğunu ifade etmiş ve tek taraflı cezai şart öngörülmesi sebebi ile sözleşmenin geçersizliğine hükmeden ilk derece mahkemesi kararını hatalı bulmuştur.

 

  1. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2018/3000 E. 2019/4468 K. Sayı 12.06.2019 Tarihli ilamında;

 

‘’davalıya ihbar ve kıdem tazminatı gibi işçilik alacaklarının ödendiği, dinlenen tanık beyanlarında ve davacı işveren tarafından dosyaya sunulan belgelerde davalının iş akdinin feshedilmesini haklı gösterecek herhangi bir emareye rastlanılmadığı, dinlenen tanıkların davalının işini gereği gibi yaptığını beyan ettikleri dosyada, işverenin haklı bir neden olmadan sözleşmeyi feshettiğinden hareketle rekabet yasağı anlaşmasının sona erdiğine hükmeden İlk Derece ve Bölge Adliye Mahkemesi kararlarını hukuka uygun bulunmuştur.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

 

  • Yargıtay ilamında, işverenin haklı neden olmaksızın sözleşmeyi feshetmesi halinde mevcuttaki rekabet yasağı sözleşmesinin sona ereceği ifade edilmiştir.

 

  1. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 28.03.2013 tarihli, 2010/25792 E. ve 2013/10539 K. no’lu ilamında;

 

‘’Yazılı şekil şartı, rekabet yasağında yapılacak her türlü değişiklik hakkında da geçerlidir (BK. md.12). Ancak, şekil şartının sadece işçiyi korumak amacıyla öngörüldüğü dikkate alınırsa, yasağın sözlü olarak da ortadan kaldırılabileceğini kabul etmek doğru olur. Şekil şartına aykırılık bir butlan sebebidir ve geçersizliğin işçi tarafından ileri sürülmesi, hakkın kötüye kullanılmasıyla ilgili esaslara tâbi değildir. Çünkü işçiden şekil şartına uyulması konusunda işvereni ikaz etmesi beklenemez; yasağın geçerli bir biçimde kararlaştırılmasını sağlamak işverene düşer. Tüm bu bilgiler ışığında davalının cezai şarta ilişkin düzenlemeleri içeren ve sözleşmenin imzalanmasından on bir ay sonra davalıya tebliğ edildiği anlaşılan yönetmeliği özgür iradesiyle okuyup değerlendirerek imzalama imkanın bulunmadığı anlaşılmaktadır. …rekabet yasağına ilişkin düzenlemelerin yazılı şekil şartına aykırılığı sebebiyle geçersiz olduğu değerlendirilmeksizin karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmektedir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

 

  • Yargıtay ilamında; rekabet sözleşmesinin yazılı şekil şartına uygun olması gerektiğine vurgu yapılmıştır.

 

  1. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2009/42645 Karar: 2012/7697 Karar Tarihi: 08.03.2012 K. no’lu ilamında;

 

“Somut olayda, rekabet yasağı sözleşmesinin konu, yer ve zaman koşulları bakımından geçerli olduğu, davalının davacıya ait işyerinde görev tanımında açıklanan görevleri yerine getirmek üzere işe alınmış olması nedeniyle davacıya ait müşteri çevresi ve işin sırrına nüfuz etme olanağına sahip olduğu, davalı İ…’de faaliyet gösteren rakip firmada çalıştığından davacının önemli derecede zarara uğrama tehlikesinin bulunduğu ve bu nedenle rekabet yasağı sözleşmesinin geçerli olduğu sonucuna varılmıştır.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

 

  • Yargıtay ilamında, rekabet yasağının konu, yer ve zaman sınırlandırmalarına uygun olması gerektiği ve işverenin zarara uğrama ihtimali göz önünde bulundurulmuştur.

 

  1. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2009/37429 E., 2011/50111 K. ve 28.12.2011 tarihli ilamında;

“Davalının feshin ardından … Kimya şirketiyle ilgili hiçbir araştırma yapılmamıştır. Somut olayda davalının çalıştığı işyeri ile ilgili gerekli araştırmalara gidilmeli, davalı işçinin konumu ve yaptığı iş itibariyle müşteri çevresine veya iş sırlarına nüfuz etme imkanının bulunup bulunmadığı ve rekabet yasağı ihlalinin olup olmadığı, öte yandan davalı işçi tarafından yapılan feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığının tespiti için gerekirse uzman bilirkişiden rapor alınarak araştırılıp sonucuna göre karar verilmelidir.” şeklinde ifade edilmiştir.

  • Yargıtay ilamında, işçinin konumu ve işveren sırlarına olan vakıflığının incelenmesi gerektiği ifade edilmiştir.

 

  1. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 28.03.2013 tarihli ilamında;

“Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta, yasanın, somut bir zararı ispatlama zorunluluğu aramamış olmasıdır. Önemli olan. “hizmet akdinin sona erdiği tarihte işçinin elde ettiği bilgileri kullanarak, işverene önemli bir zarar vermesinin ihtimal dahilinde görülebilip görülemeyeceğidir. Gerçi taraflar arasındaki uyuşmazlık, kural olarak hizmet akdinin sona ermesinden uzunca bir süre sonra ortaya çıkacaktır. Fakat o zamana kadar hiçbir zararın meydana gelmemiş olması, yasağın geçerliliği bakımından herhangi bir önem taşımamaktadır. Zararın hangi hallerde önemli sayılabileceğini önceden belirlenmiş genel bir ölçüye göre tespit etmek, hiç şüphesiz ki mümkün değildir, bu konuda yargıç, her olayın özelliğine göre bir sonuca varmak durumundadır. ‘’ şeklinde ifade edilmiştir.

  • Yargıtay ilamında, işçinin işverene somut bir zarar verme durumunda olmasının gerekli olmadığı, zarar ihtimalinin bulunması gerektiği ifade edilmiştir.

 

  1. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2005/637 E., 2005/30268 K. ve 19.09.2005 tarihli ilamında;

“Rekabet yasağı sözleşmesinde belirtilen … USD’lik cezai şartın Türk Parası olarak değeri ve davalının satış elamanı olarak geliri ile çalıştığı şirketteki ücreti göz önüne alındığında, bu cezai şartın tamamına hükmedilmesi halinde davalının mali durumunun bozulacağı kanaatine varıldığından Borçlar Kanunun 161. maddesinin son fıkrası hükmü göz önüne alınarak taktiren .. TL cezai şartın 14.10.2003 dava tarihinden yasal faizleri ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazla istemin reddine karar verilmesi gerekmiştir” şeklinde ifade edilmiştir.

  • Yargıtay ilamında, rekabet yasağı sözleşmesinde yer alan cezai şartın, işçinin mali durumunu bozmayacak nitelikte kararlaştırılması gerektiği ifade edilmiştir.

 

  • DEĞERLENDİRMELERİMİZ

Rekabet yasağı sözleşmesi, işçinin işverenin iş sırlarını öğrenmesi sebebiyle, iş ilişkisi sona erdikten sonra belirli bir faaliyet alanında, belirli bir konumda ve belirli bir zaman dilimi içinde işverenle rekabet teşkil edecek herhangi bir faaliyette bulunmaması ve bu sebeple işverenin haklı menfaatlerinin korunması amacıyla yapılan bir sözleşmedir.

Rekabet yasağı, işçiye iş sözleşmesi sona erdikten sonra işverenle rekabet edici faaliyetleri yasakladığından ötürü, işçinin ekonomik geleceğini de sınırlandırmaktadır.  Bu sebeple rekabet yasağı sözleşmesinin hem maddi şartlara hem de şekli şartlara uygun olarak akdedilmesi önem arz edecektir.

[1] Fatih Uşan, “İş Hukukunda Rekabet Yasağı Sözleşmesi”, Mercek Dergisi, Nisan 2005, s. 99.

[2] Uşan, Rekabet Yasağı, s. 100

[3] Soyer, Rekabet Yasağı, s. 39.

[4] Şahlanan, http://www.tekstilisveren.org/content/view/657/48; Şahlanan, Rekabet Yasağı, s. 76

[5] Tunçomağ, Borçlar, s. 385; Tunçomağ, İş, s. 497; Soyer, Rekabet Yasağı, s. 54

[6] Donay, s. 5; Akyiğit, s. 12; Soyer, Rekabet Yasağı, s. 55

[7] Bilge, s. 241; Dönmez, s. 237.

[8] Akyiğit, s. 14; Uşan, Rekabet Yasağı, s. 104; Taşkent/Kabakçı, s. 30.

[9] Akyiğit, s. 15.

[10] Soyer, Rekabet Yasağı, s. 66; Rehbinder, s. 516.

[11]TBB Dergisi, Sayı 87, 2010, İş Hukukunda Rekabet Yasağı Sözleşmesinin Geçerlilik Koşulları, Eda MANAV

[12] Ekmekçi, s. 73.

[13] Soyer, Rekabet Yasağı, s. 68

[14] Soyer, Rekabet Yasağı, s. 71.

İş Hukukuna İlişkin Güncel Değerlendirmeler

  1. Koronavirüs (COVID-19) salgını nedeniyle zorlayıcı neden ile fesih imkanı var mıdır?

 

  • Zorlayıcı sebep; işverenin kendi sevk ve idaresinden kaynaklanmayan ve sonuçları önceden kestirilemeyen, dışsal etkilerden doğan, geçici olarak çalışma süresinin azaltılması veya işyerindeki faaliyetin tamamen veya kısmen durdurulması ile sonuçlanan deprem, yangın, su baskını, salgın hastalık, seferberlik ve benzeri nedenler olarak ifade edilmektedir. Kanun, zorlayıcı sebeplerin mevcudiyeti halinde işçi ve işverene haklı nedenle fesih imkanı tanımıştır. Şöyle ki;

İşçi açısından,

4857 Sayılı İş Kanunu’nun (‘’Kanun’’) 24’üncü maddesi III bendine göre, işçinin çalıştığı iş yerinde bir haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler ortaya çıkarsa işçi iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilir.

İşveren açısından,

Kanun’un 25’inci maddesi III bendine göre, işçiyi iş yerinde bir haftadan fazla süre ile çalışmaktan alıkoyan zorlayıcı bir sebebin ortaya çıkması halinde işveren işçinin iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilir.

Kanun’un 40’ıncı maddesi;

‘’24 ve 25 inci maddelerin (III) numaralı bentlerinde gösterilen zorlayıcı sebepler dolayısıyla çalışamayan veya çalıştırılmayan işçiye bu bekleme süresi içinde bir haftaya kadar her gün için yarım ücret ödenir.’’ şeklinde olup, zorlayıcı neden dolayısıyla çalıştırılamayan işçiye bu bekleme süresi içinde bir haftaya kadar her gün için yarım ücret ödeneceği hüküm altına alınmıştır. Bir haftalık askı süresinde iş akdi sonlandırılamaz.

Bir haftalık süre sonrasında ise, işçi veya işverenin iş sözleşmesini feshetme hakkı vardır. İşverenin iş sözleşmesini feshi halinde işçiye kıdem tazminatı ödemesi yapması gerekecektir. Taraflar iş sözleşmesini feshetmez ise, sözleşmenin askı hali devam edecek ve zorlayıcı neden ortadan kalkıncaya kadar ücret ödeme yükümlülüğü ortadan kalkacaktır.

  1. İşverenler Koronavirüs salgını nedeniyle işyerini kapatabilir mi?

 

  • İşverenler, işyerinde 6331 Sayılı Kanun gereği iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak zorundadır. Bu çerçevede çalışanlarının arasındaki sosyal mesafeyi ayarlamak, gerekli hijyen tedbirlerini almak gibi tüm hususlara dikkat etmesi gerekecektir. Üretim alanında çalışan işçilerin mevcudiyeti halinde, İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanı’ndan bu konuda bir rapor almak kaydıyla işverenler işyerini kapatabilecektir. Bu durumda işveren tarafından yapılan fesih, işletmenin kapatılması sebebiyle İş Kanunu 18’inci maddesi gereği geçerli neden teşkil edecektir.

 

  1. 65 yaş ve üzeri çalışanların iş akdi feshedilebilir mi?

 

  • Koronavirüs salgını nedeniyle 65 yaş üstü vatandaşlarımızın sokağa çıkma yasağı dolayısıyla çalışamamaları hali, Kanun çerçevesinde zorlayıcı sebep olarak değerlendirilebilecektir. Bu süreçte iş sözleşmeleri askı halinde olarak değerlendirilecektir. Çalışılamayan bir haftalık süre için yarım ücret ödemesi yapılması gerekecektir. İşçinin iş akdini sonlandırmak istemeyen işverenler, yıllık ücretli izin, ücretsiz izin gibi uygulamaların öncelikli olarak uygulayabilir. Aksi halde bir haftalık süre sonrasında, işçiye kıdem tazminatı ödenerek, Kanun’un 25/III hükmü gereği iş akdi sonlandırılabilecektir.

 

  1. Yıllık ücretli izin ve ücretsiz izin uygulaması işverence belirlenebilir mi?

 

  • Yıllık ücretli izin anayasal dinlenme hakkıdır. Ancak, yıllık ücretli iznin hangi tarihlerde ne kadar süre ile kullandırılacağı işverenin yönetim kapsamındadır.

Yıllık Ücretli İzin Yönetmeliği’nin 10’uncu maddesinde; ‘’İşveren veya işveren vekili Nisan ayı başı ile Ekim ayı sonu arasındaki süre içinde, işçilerin tümünü veya bir kısmını kapsayan toplu izin uygulayabilir.’’ şeklinde ifade edilmiş olup, işverenler işyerinde toplu izin uygulayabilecektir.

İşçilerin yıllık ücretli izni mevcut değilse, işçiye ücretsiz izin uygulaması teklif edilebilir. İşçi ücretsiz izin uygulamasını kabul eder ise, işveren bu süreçte ücret ve SGK prim ödemesi yapmayacaktır. İşçi, ücretsiz izin teklifini kabul etmez ise, işveren Kanun’un geçerli nedenle fesih hükümleri uyarınca kıdem ve ihbar ödemesi yapılarak iş akdini sonlandırabilecektir.

 

  1. İşyerinde Koronavirüs teşhisi konulmuş çalışan var ise, işverenler nasıl bir yol izleyebilir?

 

  • İşyerinde Koronavirüs teşhisi konulan çalışanın, çalışmasına devam etmesi beklenemeyeceğinden, Kanun’un 25/III hükmü uyarınca kıdem tazminatı ödemesi yapılarak işverence fesih yapılabilecektir.

 

  1. İşveren, işçileri işyerine yakın bir yerde konaklamaya zorlayabilir mi?

 

  • İşyerinde üretim devam ediyor veya çalışma var ise, işyerine yakın yerde konaklamanın gerekli olduğuna ilişkin İş Güvenliği Uzmanından bir rapor alınması gerekmektedir. Bu çerçevede, işveren işçileri işyeri yakınında konaklamaya zorlayabilir. Buna gerekçe olarak, toplu taşımayla işyerine gelen işçilerin ve diğer çalışma arkadaşlarının salgından etkilenebilecek olması gösterilebilecektir.

 

  1. Şantiye sahasında Koronavirüs semptomları gösteren bir işçinin Koronavirüs testi pozitif çıktı ise, çalışma arkadaşlarının karantinaya alınması gerekecek midir?

 

  • Ayrıca 14 günlük karantina süresi işçinin yıllık izninden mahsup edilemeyecektir. Ayrıca bu süreçte işçinin ücretinin ödenmesi gerekecektir.

 

  1. İşçinin işyerinde Koronavirüs’e yakalanması, iş kazası teşkil edecek midir?

 

  • Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin iş kazası ile ilgili uygulamaları geniş bir çerçevede değerlendirmektedir. Bu çerçevede Koronavirüs salgını da iş kazası olarak değerlendirilebilecektir. Ancak il sağlık müdürlükleri, pandemi sebebiyle hasta olan şahısların kayıtlarını ve bu kişilerin kimlerle temas ettiğine ilişkin kayıtları tutmaktadır. Eğer hastalık halinin işçinin kendi çevresinden kaynaklandığı ispatlanırsa, nedensellik bağının kesildiğinden bahisle işverenin sorumluluğu söz konusu olmayacaktır.

 

  1. İşçi evden çalışırken Koronavirüs hastalığına yakalanırsa işverenin sorumluluğu ne olacaktır?

 

  • İşçinin yakın çevresinden bu hastalığa yakalandığı tespit edilir, işverenle ilgili nedensellik bağı kesilir ise işverenin sorumluluğu doğmayacaktır.

 

  1. İşveren tüm önlemleri almasına rağmen işe fiilen gelen işçi Koronavirüs’e yakalanırsa bunun sonuçları ne olacaktır?

 

  • Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin iş kazası ile ilgili uygulamalarında somut olaya ilişkin alınan kusur raporlarına riayet edildiği görülmektedir. Koronavirüs’ün iş kazası çerçevesine girdiği halde, işverenin tespit edilen kusur oranına göre maddi ve manevi tazminat ödemesi söz konusu olabilecektir.

 

  1. İşyerinde Koronavirüs hastalığı taşıyan işçinin varlığı sebebiyle diğer işçiler çalışmaktan imtina edebilecek midir?

 

  • İşçiler, sosyal mesafe sağlanamıyorsa ve iş sağlığı güvenliği tehlikede ise işçi çalışmaktan kaçınabilir. Ancak işveren, işyerinde gerekli önlemleri aldığını ispat edebiliyor ise bu halde işçi çalışmaktan imtina edemeyecektir.

 

  1. İşveren işyerini Koronavirüs sebebiyle kapatırsa, çalışanların akıbeti ne olacaktır?

 

  • İşyerinin kapatılması hali askı hali olarak değerlendirileceğinden, bir haftalık süre için çalışanlara yarım ücret ödemesi yapılması gerekecektir. Bir haftadan sonraki süreç için ise, iş akdinin zorlayıcı nedenle (Kanun’un 25/III hükmü uyarınca) feshi söz konusu olabilecektir.

 

  1. Pandemi halinin sonlanması ile birlikte işveren işyerini açar, işçi işe gelmez ise işveren nasıl bir yol izleyebilir?

 

  • Bu halde işveren açısından Kanun’un 25/II/g hükmü gerekçe gösterilerek ve şekil şartlarına uymak kaydıyla (devamsızlık tutanakları tutularak ve ihtarname gönderilerek) devamsızlık nedeniyle haklı nedenle fesih imkanı doğacaktır.

 

  1. İşveren işyerini açtıktan sonra işçi işyerine gider, ancak işveren işi fiilen başlatmaz ise iş sözleşmesinin akıbeti ne olacaktır?

 

  • İşverenin işyerini açması ile birlikte fiili askı durumu kalkmış sayılacaktır. İşveren işçiyi işe başlatmaz ise o tarih itibariyle fesih söz konusu olacağından, işçi işe iade davası açabilecektir. Bu çerçevede işçiye kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı ödemeleri yapılması gerekebilecektir.

 

  1. İşveren kısa çalışma ödeneğinde başvurmayıp, çalışma süresinin kısaltılması veya ücret indirimi uygulamalarına gidebilir mi?

 

  • İşverenin çalışma süresinin kısaltılması veya ücret indirimi uygulamalarına gidilmesi Kanun’un 22. maddesi gereği çalışma koşullarında esaslı değişiklik kapsamında değerlendirilecektir. Bu çerçevede işçinin değişikliğe ilişkin yazılı onayının alınması gerekecektir.

 

  1. İşçi, çalışma koşullarında esaslı değişikliği kabul etmez ise, işverence yapılan fesih geçerli neden teşkil eder mi?

 

  • İşveren kısa çalışma uygulamasına geçiş yerine çalışma koşullarını değiştirme kararı alır ve işçi bu kararı kabul etmez ise yapılan fesih, feshin son çare olması ilkesine aykırılık teşkil edecektir. Bu sebeple yapılan fesih geçersiz olacaktır.

 

  1. Kısa çalışma uygulamasının ardından 3 aylık sürenin geçmesine rağmen pandemi hali devam ediyor ise, işçi çalışma koşullarında esaslı değişikliği kabul etmez ise iş akdinin sonlandırılması geçerli sayılır mı?

 

  • İşçi bu şartlar altında iş koşullarında aleyhe değişikliği kabul etmez ise, yapılacak fesih geçerli kabul edilecektir.

 

  1. İşçi yurtdışında çalışıyorsa ve çalıştığı ülkeye uçuş yasağı var ve işverenin Türkiye’de işçiye ihtiyacı yok ise iş akdi sonlandırılabilir mi?

 

  • Bu halde, Kanun’un 25/III hükmü uyarınca zorlayıcı nedenle fesih söz konusu olabilecektir.

 

  1. Mevsimlik çalışan işyerlerinde (otel vb.) çalışan işçilerin iş sözleşmelerinin akıbeti ne olacaktır?

 

  • İşveren, genel uygulamasına aykırı olarak işyerini kararlaştırdığı tarihte açmama kararı alırsa, olağan işe başlama süresinden itibaren askı süresi meydana gelecektir. Kanun’un 40’ıncı maddesi gereği işçilere bir hafta boyunca yarım ücret ödemesi yapacaktır. Bir haftayı aşan sürede ise herhangi bir ücret ödemesi yapma zorunluluğu olmayıp, iş akdi Kanun’un 25/III hükmü uyarınca feshedilebilir. İşverenin işyerini açacağı tarihi çalışanlarına bildirmesi gerekmektedir. Bu halde iş akdinin askı hali devam edecektir. Bu halde işçiler de, bir haftalık süre sonrasında Kanun’un 24/III hükmü uyarınca zorlayıcı nedenle iş akdini feshedebilir. Ancak belirlenen tarihte işveren işçiyi işe başlatmazsa, işe iade davasıyla karşı karşıya kalabilecektir.

 

  1. Evden çalışma halinde nasıl bir yol izlenmelidir?

 

  • Uzaktan çalışma hali Kanun’un 14’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Ancak mevcut durumda, tarafların anlaşması ve pandemi koşulları sebebiyle evden çalışma uygulaması yapılmaktadır. Evden çalışma halinde işçinin sigorta primi yapılıp, ücreti ödenmelidir. İşçinin yol ve yemek ücreti açısından ise; işçi işe gelmediğinden yol ücreti ödemesi yapılmayabilir ancak yemek ödemesinin yapılması gerekmektedir. Ancak vardiya çalışması, gece zammı gibi ödemeler, fiilen çalışma olmayacağından işçi tarafından talep edilemeyecektir.

 

  1. Pandemi sebebiyle işçi part-time çalışmaya geçirilebilir mi?

 

  • İşveren işyerinde part-time çalışmaya geçebilir. İşçi part-time iş sözleşmesini kabul etmez ise yaplan fesih geçerli nedenle yapılan fesih koşulları çerçevesinde incelenecektir.

 

  1. İş koşullarında değişiklik veya fesih bildirimleri çalışanlara nasıl bildirilecektir?

 

  • Çalışanlara yapılacak bildirilerin yazılı olarak yapılması ve bildirimin içeriğinde gerekçelerin yer alması esastır. Yazılı bildirim haricinde e-mail, whatsapp gibi uygulamalar ile çalışanlara bildiride bulunulup bulunulmayacağı hususunu yargı kararları şekillendirecektir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi üyesi Cem ÇELİK’e göre; bu süreçte e-posta ile bildirim yapılacaksa, e-postanın karşı tarafa ulaştığına ilişkin ilişkin işçiden bir onay alınabilecektir.

 

  1. Pandemi başladığında işçinin kullanacağı yıllık izin yok ise işverence nasıl bir yol izlenebilir?

 

  • Yıllık izin, anayasal dinlenme hakkı olarak kabul edilmektedir. Yargı kararlarından yıllık izinlerin avans olarak kullandırılmasının söz konusu olamayacağı sonucu çıksa da, pandemi gibi tüm dünyayı ve ülkemizi büyük çapta etkileyen bir durumun varlığı halinde konu ile ilgili görüş aykırılıkları söz konusu olabilecektir. Bir Yargıtay hakiminin görüşüne göre, Kanun’un 56’ncı hükmü uyarınca ‘’Tarafların anlaşması ile bir bölümü on günden aşağı olmamak üzere bölümler hâlinde kullanılabilir.’’ hükmü dikkate alınarak 10 günlük izin süresi saklı kalmak kaydıyla kalanı avans olarak kullanılabilecektir. Ancak mevcut durumda konu ile ilgili net bir kanaatte bulunmak mümkün değildir.

 

  1. İşçinin yıllık izni haftalık birer/ikişer gün şeklinde kullandırılabilir mi?

 

  • İşçinin muvafakati yok ise, yıllık iznin bölünerek kullandırılması mümkün değildir.

 

  1. İşverenin kısa çalışma uygulamasına başvurması, işçi aleyhine değişiklik olarak kabul edilebilir mi?

 

  • Kısa çalışma uygulaması Kanun’dan kaynaklanan bir hak olduğundan dolayı, aleyhe değişiklik olarak kabul edilmeyecektir. Ayrıca kısa çalışma uygulamasına geçişte çalışanların muvafakati aranmamaktadır.

 

  1. Kısa çalışma ücretinden herhangi bir kesinti yapılmakta mıdır?

 

  • Kısa çalışma ücretinden sadece damga vergisi kesintisi yapılmaktadır. Sigorta primi kesintisi yapılmamaktadır.

 

  1. Kısa çalışma yapılan dönemde işçinin iş akdi sonlandırılabilir mi?

 

  • İşyerinde kısa çalışma uygulanan dönemde, kısa çalışmadan faydalanan çalışanların iş akdinin, Kanun’un 25/II bendinde yer alan sebepler (haklı sebepler) hariç olmak kaydıyla işveren tarafından sonlandırılamayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak bu süreçte işçinin istifası geçerli sayılacaktır. İşçi; evlilik, askerlik, emeklilik nedeniyle de fesih yapabilecektir. Bu hallerde işçiye kıdem tazminatı ödemesi yapılması gerekecektir.

 

  1. İşveren tüm çalışanları için kısa çalışma ödeneğine başvurmak zorunda mıdır?

Hayır. İşveren, işyerindeki bir bölüm çalışan için kısa çalışma ödeneğine başvurabileceği gibi, tüm çalışanları için de başvurabilecektir. Ancak benzer işi yapan çalışanlar için eşit işlem ilkesine aykırı uygulamalar yapılmamalıdır.

 

  1. İşçi yıllık izinde iken işveren kısa çalışma uygulamasına başvurmuş ise nasıl bir yol izlenecektir?

 

  • İşçinin yıllık izin uygulaması duracak olup işçi kısa çalışma ödeneğinden faydalanacaktır.

 

  1. Telafi çalışması nasıl uygulanacaktır?

 

  • Kanun’un 64’üncü maddesinde; ‘’Zorunlu nedenlerle işin durması, ulusal bayram ve genel tatillerden önce veya sonra işyerinin tatil edilmesi veya benzer nedenlerle işyerinde normal çalışma sürelerinin önemli ölçüde altında çalışılması veya tamamen tatil edilmesi ya da işçinin talebi ile kendisine izin verilmesi hallerinde, işveren dört ay içinde çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabilir.’’ şeklinde ifade edilmiştir. Telafi çalışması, günlük en çok çalışma süresi olan 11 saati aşmamak koşulu ile günde 3 saatten fazla olamamakta ve tatil günlerinde yaptırılamamaktadır. İşverenlerin dikkat etmesi gereken husus, telafi çalışmasına ilişkin puantaj kaydı düzenlenmesidir.

 

  1. Seyahat kısıtlaması ve/veya benzeri sebeplerle, şehirlere giriş yasağı sebebiyle işyerine gelemeyen işçinin iş sözleşmesi feshedilebilir mi?

 

  • 65 yaş üstü vatandaşlarımızın sokağa çıkma yasağı gibi, şehirlere giriş çıkış yasaklarının mevcudiyeti halinde, Kanun’un 25/III hükmü uyarınca zorlayıcı nedenle fesih söz konusu olabilecektir. Bu halde işçiye, çalışılmayan bir haftalık süre için yarım ücret ödemesi yapılacak, bir haftadan sonraki süreçte kıdem tazminatı ödemesi yapılarak iş akdi sonlandırılabilecektir.

 

  1. Özel sağlık sektöründe çalışan sağlık görevlerinin iş akdinin feshedilmesi hangi şartlarda mümkündür?

Sağlık çalışanı hastanede işini gerektiği gibi yapmaktan kaçınıyorsa Kanun’un 25/II/h hükmü gereği haklı nedenle fesih söz konusu olabilecektir. Bu koşulda, çalışana en az iki kez yazılı şekilde görevini gerektiği gibi yapması gerektiği hatırlatılmalıdır. İşveren, hastane koşullarında gerekli sağlık tedbirlerini almıyor ise, bu çerçevede işçi tarafından haklı nedenle fesih gündeme gelecektir.

  1. İşyerinde faaliyet durmadığı takdirde Koronavirüs sebebiyle işten çıkarmalar yapılabilir mi?

 

İşveren, zorlayıcı neden (İş Kanunu 25/III hükmü) gerekçe gösterilerek işçileri işten çıkarabilir. Ancak işlerinin Koronavirüs sebebiyle etkilendiğini/durma noktasına geldiğini ispatlaması gerekmektedir. Aksi halde işçilerin işe iade davası kabul edilebilecektir.

 

  1. İşveren ücret ödemelerini geciktirebilir mi?

 

  • İşverenin nakit akışında meydana gelen bir aksama mevcut ise, Kanun’un 34’üncü maddesi uyarınca ödemeleri 20 gün geciktirebilecektir. İşverenin bu madde hükmünü kötüye kullanmaması gerekmektedir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun

28/07/2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (‘’Kanun’’) ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeler Kanunu (‘’6100 Sayılı Kanun’’) revize edilmiştir. Şöyle ki;

 

  1. Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler

 

6100 Sayılı Kanun’un 20’nci maddesinde yer alan; (1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, (…) (1) süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.’’ ifadesi aşağıdaki şekilde revize edilmiştir:

 

‘’Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise tebliğ tarihinden, (…) (1) süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde dava açılmamış sayılır ve görevsizlik veya yetkisizlik kararı veren mahkemece bu konuda resen karar verilir.’’

 

  • Madde hükmünde yapılan değişiklik ile, ilk derece mahkemesi kararının kesin nitelik taşıdığı haller için, tarafların dosyayı yetkili veya görevli mahkemeye gönderme talebinin kararın tebliğinden itibaren iki hafta olacağı hüküm altına alınmıştır.

 

  1. Aleniyet İlkesi

 

6100 Sayılı Kanun’un 28’inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; ‘’Duruşmaların bir kısmının veya tamamının gizli olarak yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut resen mahkemece karar verilebilir.’’ ifadesi aşağıdaki şekilde revize edilmiştir:

 

‘’Duruşmaların bir kısmının veya tamamının gizli olarak yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin yahut yargılama ile ilgili kişilerin korunmaya değer üstün bir menfaatinin kesin olarak gerekli kıldığı hâllerde, ilgilinin talebi üzerine yahut resen mahkemece karar verilebilir.’’

 

  • 6100 Sayılı Kanun hükmünde yapılan değişiklik ile duruşmalardaki aleniyet ilkesine istisna getirilmiş olup, ilgili kişilerin korunmaya değer menfaatlerinin bulunduğu hallerde duruşmanın gizli yapılmasına karar verilebileceği hüküm altına alınmıştır.

 

  1. Hakimin Ret Sebepleri

 

6100 Sayılı Kanun’un 36’nci maddesinde yer alan; ‘’Hâkimin tarafsızlığından şüpheyi gerektiren önemli bir sebebin bulunması hâlinde, taraflardan biri hâkimi reddedebileceği gibi hâkim de bizzat çekilebilir. Özellikle aşağıdaki hâllerde, hâkimin reddi sebebinin varlığı kabul edilir: c) Davada, tanık veya bilirkişi olarak dinlenmiş veya hâkim ya da hakem sıfatıyla hareket etmiş olması.’’ ifadesi aşağıdaki şekilde revize edilmiştir:

 

‘’c) Davada, tanık veya bilirkişi olarak dinlenmiş veya hâkim ya da hakem sıfatıyla hareket etmiş olması; uyuşmazlıkta arabuluculuk veya uzlaştırmacılık yapmış bulunması.’’

 

  • Arabuluculuk kurumunun hukukumuzda yer alması ile birlikte, hakimin uyuşmazlık konusunda arabulucu olarak hareket etmiş olması halinin de hakimin ret sebebi olacağı hüküm altına alınmıştır.

 

  1. Ret Usulünde Değişiklikler

 

6100 sayılı Kanunun 38’inci maddesinin altıncı, yedinci ve dokuzuncu fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır:

(6) Ret sebebi sabit olmasa bile, merci bunu muhtemel görürse, ret talebini kabul edebilir.

(7) Ret sebepleri hakkında yemin teklif olunamaz.

(9) Bu kararlar aleyhine ancak hükümle birlikte kanun yollarına başvurulabilir.

6100 sayılı Kanun’un 42’nci maddesine birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkralar eklenmiş ve diğer fıkralar buna göre teselsül ettirilmiştir.

 

(2) Ret sebebi sabit olmasa bile, merci bunu muhtemel görürse, ret talebini kabul edebilir.

(3) Ret sebepleri hakkında yemin teklif olunamaz.

 

  • Yürürlükten kalkan kanun hükümleriyle birlikte, hakimin reddi kararları aleyhine, uyuşmazlık bakımından esas hüküm verilmeden istinaf yoluna başvurma hakkı tanınmıştır.

 

  1. Sürelere İlişkin Düzenleme

 

6100 sayılı Kanun’un 94’üncü maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

 

‘’Hâkim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna karar verebilir. Bu takdirde hâkim, tayin ettiği kesin süreye konu olan işlemi hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklar ve süreye uyulmamasının hukuki sonuçlarını açıkça tutanağa geçirerek ihtar eder. Kesin olduğu belirtilmeyen süreyi geçirmiş olan taraf yeniden süre isteyebilir; bu şekilde verilecek ikinci süre kesindir ve yeniden süre verilemez.’’

 

  • Söz konusu değişiklik ile kesin süreye konu işlemin taraflara açıklanması ve bu süreye uyulmaması halinde sonuçlarının ihtar etme yükümlülüğü getirilmiştir. Hakim tarafından kesin olduğu belirtilmeyen süreler için, taraflar yeniden süre isteyebilecek olup, hakim tarafından verilecek ikinci sürenin kesin nitelik taşıyacağı ifade edilmiştir.

 

  1. Belirsiz Alacak Davası

6100 sayılı Kanun’un 107’nci maddesinin başlığı “Belirsiz alacak davası” şeklinde ve ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır:

‘’Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.’’

  • Madde hükmünde yapılan değişiklik ile, belirsiz alacak davalarında alacağın miktarının belirlenme anının hakim tarafından kararlaştırılacağı ve davacı tarafa alacağın miktarının tam ve kesin olarak belirtilmesi için iki haftalık süre tanınacağı ifade edilmiştir.

 

  1. İlk İtirazlar

 

6100 sayılı Kanun’un 116’ncı maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi yürürlükten kaldırılmıştır.

İlk itirazlar aşağıdakilerden ibarettir:

c) İş bölümü itirazı. 8.                  Harç ve Gider Avansının Ödenmesi 6100 sayılı Kanunun 120’nci maddesinin başlığı “Harç ve gider avansının ödenmesi” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “(3) Taraflardan her birinin ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen delil avansına ilişkin 324 üncü madde hükümleri saklıdır.”

 

  • Dava ikame edilirken bilirkişi, keşif e tanık gibi delil yollarından hangisine başvurulacağı belirli olmaksızın gider avansı yatırılması talep edilmekteyken, yapılan düzenleme ile delil avansının dava açılırken yatırılma zorunluluğu kaldırılarak davacı taraf lehine bir düzenleme yapılmıştır.

 

  1. Davanın Geri Alınması

 

6100 sayılı Kanunun 123’üncü maddesinin birinci fıkrasına ‘’Davacı, hüküm kesinleşinceye kadar, ancak davalının açık rızası ile davasını geri alabilir.‘’ cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.

“Bu takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.”

 

 

 

 

  1. Dava Konusunun Devri

 

6100 sayılı Kanun’un 125’inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin ikinci cümlesinde yer alan “davacı davayı kazanırsa” ibaresi “dava davacı lehine sonuçlanırsa” şeklinde değiştirilmiş ve ikinci fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir.

“Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.”

  1. Cevap Dilekçesini Verme Süresi

 

6100 sayılı Kanun’un 127’nci maddesinin birinci fıkrasına “başvuran davalıya,” ibaresinden sonra gelmek üzere “cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak,” ibaresi eklenmiştir.

 

‘’Cevap dilekçesini verme süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve bir ayı geçmemek üzere ek bir süre verilebilir. Ek cevap süresi talebi hakkında verilen karar taraflara derhâl bildirilir.’’

 

  • Kanun hükmünde yapılan değişiklik ile cevap süresinin uzatılma halinin, davalının talebi halinde ve uygun koşullar mevcut ise cevap süresinin bitiminden başlamak üzere işleyeceği hüküm altına alınmıştır. Böylelikle uygulamada süre uzatımına ilişkin ara kararın tebliği tarihi, yasal cevap süresinden itibaren işlemek üzere gibi verilen farklı kararların yarattığı belirsizlik hali sonlandırılmıştır.

 

  1. Ön İnceleme Duruşmasına Davet

 

6100 sayılı Kanun’un 139’uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilerek, ön inceleme duruşmasına davetiyede ihtar edilecek hususlar değiştirilmiştir:

“Çıkarılacak davetiyede aşağıdaki hususlar ihtar edilir:

  1. a) Duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar.
  2. b) Tarafların sulh için gerekli hazırlığı yapmaları.
  3. c) Duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği.

ç) Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği.”

  1. Ön İnceleme Duruşması

6100 sayılı Kanun’un 140’ıncı maddesinin beşinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“(5) 139 uncu madde uyarınca yapılan ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.”

  • Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. Çıkarılacak davetiyede, duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar yanında, taraflara sulh için gerekli hazırlığı yapmaları, duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda, gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği ve diğer tarafın, onun muvafakati olmadan iddia ve savunmasını genişletebileceği yahut değiştirebileceği ayrıca ihtar edilir. Revize madde hükmü ile, ihtara rağmen belgelerin sunulmaması halinde açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verileceği hüküm altına alınmıştır.

 

  1. İddia Ve Savunmanın Genişletilmesi Veya Değiştirilmesi

6100 sayılı Kanun’un 141’inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.”

  • Değiştirilen kanun hükmü ile, tarafların dilekçelerini karşılıklı olarak vermesinden sonra iddia ve savunmanın genişletilemeyeceği ve değiştirilemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Madde hükmü değiştirilmeden önce, ön inceleme duruşmasına mazeretsiz katılmayan tarafın yokluğunda iddia ve savunma değiştirilip, genişletilebiliyordu.

 

  1. Tarafların Duruşmaya Daveti

 

6100 sayılı Kanun’un 147’nci maddesinin birinci fıkrasına “tahkikat” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve sözlü yargılama” ibaresi ile ikinci fıkrasına “itiraz edemeyecekleri” ibaresinden sonra gelmek üzere“, tahkikatın sona erdiği duruşmada sözlü yargılamaya geçileceği, sözlü yargılama için duruşmanın ertelenmesi hâlinde taraflara ayrıca davetiye gönderilmeyeceği ve 150’nci madde hükmü saklı kalmak kaydıyla, yokluklarında hüküm verileceği” ibaresi eklenmiştir.

 

Taraflar, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra tahkikat ve sözlü yargılama için duruşmaya davet edilir. (2) Taraflara gönderilecek davetiyede, belirlenen gün ve saatte geçerli bir özrü olmadan mahkemede hazır bulunmadıkları takdirde, duruşmaya yokluklarında devam edileceği ve yapılan işlemlere itiraz edemeyecekleri, tahkikatın sona erdiği duruşmada sözlü yargılamaya geçileceği, sözlü yargılama için duruşmanın ertelenmesi hâlinde taraflara ayrıca davetiye gönderilmeyeceği ve 150 nci madde hükmü saklı kalmak kaydıyla, yokluklarında hüküm verileceği bildirilir.

 

  1. Ses Ve Görüntü Nakledilmesi Yoluyla Veya Başka Yerde Duruşma İcrası

 

6100 sayılı Kanun’un 149’uncu maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

 

“Ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla veya başka yerde duruşma icrası

MADDE 149 – (1) Mahkeme, taraflardan birinin talebi üzerine talep eden tarafın veya vekilinin, aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden duruşmaya katılmalarına ve usul işlemleri yapabilmelerine karar verebilir.

(2) Mahkeme resen veya taraflardan birinin talebi üzerine; tanığın, bilirkişinin veya uzmanın aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden dinlenilmesine karar verebilir.

(3) Mahkeme, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri dava ve işlerde ilgililerin, aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yoluyla bulundukları yerden dinlenilmesine resen karar verebilir.

(4) Mahkeme, fiilî engel veya güvenlik sebebiyle duruşmanın il sınırları içinde başka bir yerde yapılmasına, yargı çevresi içinde yer aldığı bölge adliye mahkemesi adalet komisyonunun uygun görüşünü alarak karar verebilir.

(5) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikte belirlenir.”

 

  1. Islahın Zaman Ve Şekli

 

6100 sayılı Kanun’un 177’nci maddesine birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve diğer fıkra buna göre teselsül ettirilmiştir.

 

“(2) Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması hâlinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.”

 

  • Madde hükmünün revizesi ile birlikte Yargıtay’ın, bozma veya kaldırma kararından sonra ilk derece mahkemesine gönderilen dosyada davanın esasına ilişkin inceleme yapılması halinde, tahkikatın sona ermesine kadar ıslah yapılabileceği hüküm altına alınmıştır.

 

  1. 6100 sayılı Kanun’un Beşinci Bölümüne, Altıncı Ayırımdan sonra gelmek üzere “Toplu Mahkemelerde Tahkikat” başlıklı Yedinci Ayırım ile aşağıdaki madde eklenmiştir:

 

“Toplu mahkemelerde tahkikat

MADDE 183/A – (1) Dava açılmadan önce veya dava açıldıktan sonra talep edilen delil tespiti, ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir gibi geçici hukuki koruma tedbirleri de dâhil olmak üzere toplu mahkemenin görevine giren dava ve işlerde tüm yargılama aşamaları heyet tarafından yerine getirilir ve karara bağlanır.

(2) Heyet, diğer kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, iş veya davanın özelliğine göre tahkikatın, tahkikat hâkimi olarak görevlendirilen bir üye tarafından yapılmasına karar verebilir.

(3) Tahkikatın heyetçe yürütüldüğü iş veya davalarda mahkeme başkanı, belirli bazı tahkikat işlemlerini yapmak üzere, üyelerden birini naip hâkim olarak görevlendirebilir.

(4) Mahkeme başkanı, mahkemenin uyumlu, verimli ve düzenli çalışmasını sağlar ve bu yolda uygun göreceği önlemleri alır.”

 

  1. Sözlü Yargılama

 

6100 sayılı Kanun’un 186’ncı maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve ikinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.

“(1) Mahkeme, tahkikatın bittiğini tefhim ettikten sonra aynı duruşmada sözlü yargılama aşamasına geçer. Bu durumda taraflardan birinin talebi üzerine duruşma iki haftadan az olmamak üzere ertelenir. Hazır bulunsun veya bulunmasın sözlü yargılama için taraflara ayrıca davetiye gönderilmez.”

“Şu kadar ki, 150 nci madde hükmü saklıdır.”

  • Madde hükmü ile, tahkikatın bittiğinin taraflara bildirilmesi ile birlikte sözlü yargılamaya geçileceği hüküm altına alınmıştır.

 

  1. İmza Atamayanların Durumu

 

6100 sayılı Kanun’un 206’ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan “İmza” ibaresi “Okuma ve yazma bilmediği için imza” şeklinde değiştirilmiş, maddeye birinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve diğer fıkralar buna göre teselsül ettirilmiş ve mevcut üçüncü fıkrasına “noterlerce” ibaresinden sonra gelmek üzere “onaylanacak veya” ibaresi eklenmiştir.

“(2) Okuma ve yazma bildiği hâlde imza atamayanların mühür veya bir alet ya da parmak izi kullanmak suretiyle yapacakları hukuki işlemleri içeren belgelerin senet niteliğini taşıyabilmesi, noterler tarafından onaylanmasına veya düzenlenmesine bağlıdır.”

  1. Belgelerin Halefler Aleyhine Kullanılması Ve Adi Senetlerin Üçüncü Kişiler İçin Hüküm İfade Etmesi

6100 sayılı Kanun’un 215’inci maddesinin başlığı “Belgelerin halefler aleyhine kullanılması ve adi senetlerin üçüncü kişiler için hüküm ifade etmesi” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(2) Bir adi senet bakımından, kendisine ibraz olunduğu noter veya yetkili memur tarafından usulüne uygun olarak onaylanmış ise ibraz tarihi, resmi bir işleme konu olmuşsa işlem tarihi, imza edenlerden biri ölmüşse ölüm tarihi, imza edenlerden birinin imza etmesine fiilen imkân kalmamışsa bu imkânı ortadan kaldıran olayın meydana geldiği tarih üçüncü kişiler hakkında da hüküm ifade eder. Adi senette bahsedilen diğer senetlerin tarihleri, üçüncü kişiler hakkında ancak son senet tarihinin onaylanmış olduğunun kabul edildiği tarihte hüküm ifade eder.”

  1. Ticari Defterlerin İbrazı Ve Delil Olması

6100 sayılı Kanunun 222’nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “ilgili hususta hiç bir kayıt içermemesi” ibaresi “diğer tarafın ticari defterlerini ibraz etmemesi” şeklinde değiştirilmiş ve fıkraya birinci cümleden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir:

“Diğer tarafın ikinci fıkrada yazılan şartlara uygun olarak tutulan ticari defterlerinin, ilgili hususta hiçbir kayıt içermemesi hâlinde ticari defterler, sahibi lehine delil olarak kullanılamaz.”

  • Kanun düzenlemesi ile davada karşı tarafın tuttuğu ticari defterde ilgili konularda kayıt olmaması durumunda, söz konusu hususun defteri mahkemeye ibraz eden taraf lehine delil olduğu ifade edilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

 

  1. Bilirkişi Raporuna İtiraz

6100 sayılı Kanun’un 281’inci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.

Bilirkişi raporuna karşı talebin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor veya imkânsız olması ya da özel yahut teknik bir çalışmayı gerektirmesi hâlinde yine bu süre içinde mahkemeye başvuran tarafa, sürenin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek süre verilebilir.”

  • Davaya cevap süresinde olduğu gibi, Kanun hükmü ile bilirkişi raporuna itiraz sürecinde de hazırlanmasının çok zor veya imkânsız olması ya da özel yahut teknik bir çalışmayı gerektirmesi hallerde bilirkişi raporuna itiraz dilekçesi için ek süre verilebileceği ifade edilmiştir.

 

  1. Keşfin Yapılması

6100 sayılı Kanun’un 290’ıncı maddesinin birinci fıkrasına “yeri” ibaresinden sonra gelmek üzere “, kapsamı” ibaresi ile ikinci fıkrasına ikinci cümleden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.

 

“Tutanağa, hâkimin keşif konusu ve mahalliyle ilgili gözlemleri de yazılır.”

 

  1. Hükmün Tamamlanması

 

6100 sayılı Kanun’a 305’inci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki madde eklenmiştir:

“Hükmün tamamlanması

MADDE 305/A – (1) Taraflardan her biri, nihaî kararın tebliğinden itibaren bir ay içinde, yargılamada ileri sürülmesine veya kendiliğinden hükme geçirilmesi gerekli olmasına rağmen hakkında tamamen veya kısmen karar verilmeyen hususlarda, ek karar verilmesini isteyebilir. Bu karara karşı kanun yoluna başvurulabilir.”

  • Yeni eklenen kanun hükmü ile birlikte hakkında karar verilmemiş hususlarda tarafların ek karar verilmesini isteyebileceği hüküm altına alınmıştır.

 

  1. Feragat Ve Kabulün Zamanı

6100 sayılı Kanunun 310 uncu maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

“(2) Feragat veya kabul, hükmün verilmesinden sonra yapılmışsa, taraflarca kanun yoluna başvurulmuş olsa dahi, dosya kanun yolu incelemesine gönderilmez ve ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince feragat veya kabul doğrultusunda ek karar verilir.

(3) Feragat veya kabul, dosyanın temyiz incelemesine gönderilmesinden sonra yapılmışsa, Yargıtay temyiz incelemesi yapmaksızın dosyayı feragat veya kabul hususunda ek karar verilmek üzere hükmü veren mahkemeye gönderir.”

  1. Sulhun Zamanı

6100 sayılı Kanun’un 314’üncü maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

 

“(2) Sulh, hükmün verilmesinden sonra yapılmışsa, taraflarca kanun yoluna başvurulmuş olsa dahi, dosya kanun yolu incelemesine gönderilmez ve ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesince sulh doğrultusunda ek karar verilir.

(3) Sulh, dosyanın temyiz incelemesine gönderilmesinden sonra yapılmışsa, Yargıtay temyiz incelemesi yapmaksızın dosyayı sulh hususunda ek karar verilmek üzere hükmü veren mahkemeye gönderir.”

 

  1. İstinaf Yoluna Başvurulabilen Kararlar

 

6100 sayılı Kanun’un 341’inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“(1) İlk derece mahkemelerinin aşağıdaki kararlarına karşı istinaf yoluna başvurulabilir:

  1. a) Nihai kararlar.
  2. b) İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz taleplerinin reddi kararları, karşı tarafın yüzüne karşı verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları, karşı tarafın yokluğunda verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine verilen kararlar.”
  3. Duruşma Yapılması Ve Karar Verilmesi

 

6100 sayılı Kanun’un 356’ncı maddesinin başlığında yer alan “yapılmasına” ibaresi “yapılması ve” şeklinde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(2) Duruşma sonunda bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunu esastan reddetmek veya ilk derece mahkemesi hükmünü kaldırarak yeniden hüküm kurmak dâhil gerekli kararları verir.”

  1. Duruşmaya Gelinmemesi Ve Giderlerin Ödenmemesi

 

6100 sayılı Kanun’un 358’inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “gideri duruşma gününe kadar” ibaresi “gideri, iki haftadan az olmamak üzere verilecek kesin süre içinde” şeklinde ve üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

“(3) Belirlenen giderin, verilen kesin süre içinde yatırılmış olması kaydıyla, taraflar mazeretsiz olarak duruşmaya katılmadıkları takdirde tahkikat yokluklarında yapılarak karar verilir. Belirlenen gider, süresi içinde yatırılmadığı takdirde, dosyanın mevcut durumuna göre karar verilir. Şu kadar ki, öngörülen tahkikat yapılmaksızın karar verilmesine olanak bulunmayan hâllerde başvuru reddedilir.”

  1. Karar Ve Tebliği

 

6100 sayılı Kanun’un 359’uncu maddesine ikinci fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş, diğer fıkra buna göre teselsül ettirilmiş ve mevcut üçüncü fıkrasına “bölge adliye mahkemesi tarafından” ibaresinden sonra gelmek üzere “resen” ibaresi eklenmiştir.

“(3) Bölge adliye mahkemesi, başvurunun esastan reddi kararında, ileri sürülen istinaf sebeplerini özetlemek ve ret sebeplerini açıklamak kaydıyla, kararın hukuk kurallarına uygunluk gerekçesini göstermekle yetinebilir.”

  • Madde hükmü ile bölge adliye mahkemesi kararlarının re’sen tebliğ edileceği hüküm altına alınmıştır.

 

  1. Temyiz Edilemeyen Kararlar

 

6100 sayılı Kanun’un 362’nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine “temyiz edilebilen alacak davaları” ibaresinden sonra gelmek üzere “ile kira ilişkisinden doğan diğer davalardan üç aylık kira tutarı temyiz sınırının üzerinde olanlar” ibaresi eklenmiş, (c)  bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve fıkraya aşağıdaki bent eklenmiştir.

“c) Yargı çevresi içinde bulunan ilk derece mahkemelerinin görev ve yetkisi hakkında verilen kararlar ile yargı yeri belirlenmesine ilişkin kararlar.”

“g) 353 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında verilen kararlar.”

  • Değiştirilen kanun hükmü ile temyiz edilemeyen kararlara aşağıdaki hususlar da eklenmiştir:

 

Davaya bakması yasak olan hâkimin karar vermiş olması. 2) İleri sürülen haklı ret talebine rağmen reddedilen hâkimin davaya bakmış olması. 3) Mahkemenin görevli ve yetkili olmasına rağmen görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermiş olması veya mahkemenin görevli ya da yetkili olmamasına rağmen davaya bakmış bulunması. 4) Diğer dava şartlarına aykırılık bulunması. 5) Mahkemece usule aykırı olarak davanın veya karşı davanın açılmamış sayılmasına, davaların birleştirilmesine veya ayrılmasına karar verilmiş olması.

 

  1. İhtiyati Tedbir Kararı

 

6100 sayılı Kanun’un 391’inci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

 

“(3) İhtiyati tedbir talebinin reddi kararı gerekçeli olarak verilir ve bu karara karşı kanun yoluna başvurulabilir. Yüzüne karşı aleyhine ihtiyati tedbir kararı verilen taraf da kanun yoluna başvurabilir. Bu başvurular öncelikle incelenir ve kesin olarak karara bağlanır.”

 

  1. İhtiyati Tedbir Kararına Karşı İtiraz

 

6100 sayılı Kanun’un 394’üncü maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.

“Esas hakkında dava açıldıktan sonra, itiraz hakkında, bu davaya bakan mahkemece karar verilir.”

  • İhtiyati tedbir kararına itiraz süreci, davaya bakan mahkeme tarafından incelenecektir.

 

  1. Tedbire Muhalefetin Cezası

 

6100 sayılı Kanun’un 398’inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

 

“MADDE 398 – (1) İhtiyati tedbir kararının uygulanmasına ilişkin emre uymayan veya tedbir kararına aykırı davranan kimse, ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren altı ay içinde şikâyet edilmesi üzerine, altı aya kadar disiplin hapsi ile cezalandırılır. Görevli ve yetkili mahkeme, esas hakkındaki dava henüz açılmamışsa, ihtiyati tedbir kararı veren mahkeme; esas hakkındaki dava açılmışsa, bu davanın görüldüğü mahkemedir.

(2) Şikâyet olunana, şikâyet dilekçesi ile birlikte duruşma gün ve saatini bildiren davetiye gönderilir. Davetiyede, savunma ve delillerini duruşma gününe kadar bildirmesi ve duruşmaya gelmediği takdirde yargılamaya yokluğunda devam olunarak karar verileceği ihtar edilir.

(3) Mahkeme duruşmaya gelen şikâyet olunana, 5271 sayılı Kanunun 147 nci maddesinde belirtilen haklarını hatırlatarak savunmasını alır.

(4) Mahkeme, dosyadaki delilleri değerlendirerek gerekli araştırmayı yapar. Yargılama sonunda şikâyet olunanın ihtiyati tedbir kararının uygulanmasına ilişkin emre uymadığı veya tedbir kararına aykırı davrandığı tespit edilirse, birinci fıkra uyarınca disiplin hapsi ile cezalandırılmasına; aksi takdirde şikâyetin reddine karar verilir.

(5) Taraflar, kararın tefhim veya tebliğinden itibaren bir hafta içinde karara itiraz edebilir. İtirazı, o yerde hükmü veren mahkemenin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisinden sonra gelen daire; son numaralı daire için bir numaralı daire; o yerde hükmü veren mahkemenin tek dairesi bulunması hâlinde en yakın yerdeki aynı düzey ve sıfattaki mahkeme inceler.

(6) İtiraz merci, bir hafta içinde kararını verir. Merci, itirazı yerinde görürse işin esası hakkında karar verir. İtiraz üzerine verilen karar kesindir.

(7) Bu madde uyarınca verilen disiplin hapsi kararları kesinleşmeden infaz edilemez. Kesinleşen kararların infazı Cumhuriyet başsavcılığınca yapılır.

(8) Tedbir kararına aykırı davranışın sona ermesi veya tedbir kararının gereğinin yerine getirilmesi ya da şikâyetten vazgeçilmesi hâlinde, dava ve bütün sonuçlarıyla beraber ceza düşer.

(9) Disiplin hapsine ilişkin karar, kesinleştiği tarihten itibaren iki yıl geçtikten sonra yerine getirilemez.”

 

  • İhtiyati tedbir kararının uygulanmasına aykırı hareket eden kişiler ihlalin öğrenilmesinden 6 ay içerisinde şikayet edilebilmektedir. Şikayet sonucunda verilecek kararlara tefhim veya tebliğden 1 hafta içerisinde itiraz edilebilmektedir. Şikayetten vazgeçilmesi ile birlikte ceza düşecektir.

 

 

 

  1. Delil Tespiti Talebi Ve Karar

6100 sayılı Kanun’un 402’nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(4) Tespitin yapılmasından sonra, tespit tutanağı ve varsa bilirkişi raporunun bir örneği mahkemece karşı tarafa resen tebliğ olunur.”

 

  • Delil tespitinden sonra hazırlanan bilirkişi raporu re’sen taraflara tebliğ edilecektir.

 

  1. 2004 Sayılı İcra İflas Kanunu’nun (‘’2004 Sayılı Kanun’’ 78’inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

 

‘’Ödeme emrindeki müddet geçtikten ve borçlu itiraz etmiş ise itirazı kaldırıldıktan sonra mal beyanını beklemeksizin alacaklı, haciz konmasını isteyebilir. Ancak, alacaklı dilerse haciz talebinde bulunmaksızın Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi üzerinden, bu sisteme entegre bilişim sistemleri vasıtasıyla borçlunun mal, hak veya alacağını sorgulayabilir. Sorgulama sonunda Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi, varsa borçlunun mal, hak veya alacağının mahiyeti ve detayı hakkında bilgi verir ve bu durumda sistem üzerinden de haciz talep edilebilir. Bu takdirde icra dairesi, tespit edilen mal, hak veya alacağı elektronik ortamda haczeder. Sorgulama sonunda edinilen bilgiler hukuka aykırı olarak paylaşılamaz. Sorgulama ve haciz işlemlerinin yürütülebilmesi için kamu kurum veya kuruluşları ile 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 3’üncü maddesinde tanımlanan kredi kuruluşları ve finansal kuruluşlar, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi ile kendi sistemleri arasında entegrasyonu sağlar. Sorgulamanın tür, kapsam ve sınırı ile diğer hususlar Adalet Bakanlığınca yürürlüğe konulan yönetmelikle belirlenir.”

 

  1. 2004 sayılı Kanun’un 258’inci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“İhtiyati haciz talebinin reddi kararı gerekçeli olarak verilir ve bu karara karşı istinaf yoluna başvurulabilir. Yüzüne karşı aleyhinde ihtiyati haciz kararı verilen taraf da istinaf yoluna başvurabilir. Bölge adliye mahkemesi bu başvuruları öncelikle inceler ve verdiği karar kesindir.”

  1. 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4’üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “yüz bin” ibaresi “beş yüz bin” şeklinde değiştirilmiştir.

 

‘’Ticari davalarda da deliller ile bunların sunulması 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine tabidir; miktar veya değeri beş yüz bin Türk lirasını geçmeyen ticari davalarda basit yargılama usulü uygulanır.’’

 

  • Madde hükmünün revizesi ile birlikte, değeri beş yüz bin Türk lirasını geçmeyen davalarda basit yargılama usulü uygulanacaktır.

 

  1. 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’a 73’üncü maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki madde eklenmiştir.

 

Aşağıda belirtilenler haricinde tüketici mahkemelerinde dava açılmadan önce arabuluculuk yoluna başvurulması şartı getirilmiştir.

“Dava şartı olarak arabuluculuk

MADDE 73/A – (1) Tüketici mahkemelerinde görülen uyuşmazlıklarda dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Şu kadar ki, aşağıda belirtilen hususlarda dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin hükümler uygulanmaz:

  1. a) Tüketici hakem heyetinin görevi kapsamında olan uyuşmazlıklar
  2. b) Tüketici hakem heyeti kararlarına yapılan itirazlar
  3. c) 73 üncü maddenin altıncı fıkrasında belirtilen davalar

ç) 74 üncü maddede belirtilen davalar

  1. d) Tüketici işlemi mahiyetinde olan ve taşınmazın aynından doğan uyuşmazlıklar

 

(2) 7/6/2012 tarihli ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 18/A maddesinin onbirinci fıkrası tüketici aleyhine uygulanmaz.

 

(3) Arabuluculuk faaliyeti sonunda taraflara ulaşılamaması, taraflar katılmadığı için görüşme yapılamaması veya tarafların anlaşmaları ya da anlaşamamaları hâlinde tüketicinin ödemesi gereken arabuluculuk ücreti, Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanır. Ancak belirtilen hâllerde arabuluculuk ücreti, Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesinin eki Arabuluculuk Ücret Tarifesinin Birinci Kısmına göre iki saatlik ücret tutarını geçemez.

 

(4) Arabuluculuk faaliyeti sonunda açılan davanın tüketici lehine sonuçlanması hâlinde arabuluculuk ücreti, 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre davalıdan tahsil olunarak bütçeye gelir kaydedilir.”

 

  1. Kanun yayımı tarihinde (28.07.2020) yürürlüğe girmiştir.

 

Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu Yönetmeliği

28/05/2020 tarihli ve 31138 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu Yönetmeliği (‘’Yönetmelik’’); olağanüstü hal, afet ve ekonomik dalgalanma dönemleri ile diğer acil durumlarda faaliyet gösterecek Haksız Fiyat Değerlendirme Kurulu’nun (‘’Kurul’’) oluşumu, görev ve yetkileri ile üretici, tedarikçi ve perakende işletmelerin fahiş fiyat artışı ve stokçuluk uygulamalarının denetlenmesine ve idari para cezalarının uygulanmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemektedir.

 

  1. KURUL’UN GÖREV VE YETKİLERİ

 

Kurul’un görev ve yetkileri şunlardır:

 

  1. Fahiş fiyat artışı ve stokçuluk uygulamalarına karşı piyasa dengesini ve tüketicileri korumaya yönelik gerekli tedbirleri almak ve bunların uygulanmasını sağlamak.

 

  1. Fahiş fiyat artışı ve stokçuluk uygulamaları ile ilgili denetim ve incelemeler yapmak veya yaptırmak. Bu denetim ve incelemelere ilişkin üretici, tedarikçi ve perakende işletmenin savunmasını almak veya alınmasını sağlamak.

 

  1. Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanunu’nun (‘’Kanun’’) EK-1’inci maddesinde belirtilen yükümlülüklere aykırı hareket ettiği tespit edilen üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler hakkında Kanun’un 18’inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi çerçevesinde idari para cezası kararı almak ve bu kararın uygulanmasını sağlamak.

 

  1. Fahiş fiyat artışı ve stokçuluk uygulamaları ile ilgili ilke ve kuralları belirlemek.

 

  1. Ticaret Bakanı (‘’Bakan’’) tarafından fahiş fiyat artışı ve stokçuluk uygulamaları ile ilgili verilen diğer görevleri yerine getirmek.

 

  1. ŞİKAYET BAŞVURUSU, İNCELEMELER İLE KURUL’UN ÇALIŞMA USUL VE ESASLARI

 

Şikâyet başvurusu dilekçeyle, şikâyet sistemi üzerinden veya diğer elektronik başvuru yöntemleri kullanılarak Ticaret Bakanlığı’na (‘’Bakanlık’’) ya da Ticaret İl Müdürlüğü’ne (‘’İl Müdürlüğü’’) yapılmaktadır.

 

 

Şikâyet başvurularında;

 

  1. Şikâyetçinin gerçek kişi olması durumunda adı, soyadı, T.C. kimlik numarası veya yabancı kimlik numarası ile iletişim bilgilerine; tüzel kişi olması durumunda ise unvan ve iletişim bilgilerine,

 

  1. Şikâyete konu üretici, tedarikçi veya perakende işletmeye ait tanıtıcı bilgiler ve iletişim bilgileri ile mal veya hizmete ilişkin bilgiler ile varsa belge, fotoğraf ve video görüntülerine yer verilir.

 

  1. Kurul tarafından belirlenen ilke ve kurallara uygun olmayan başvurular, Bakanlıkça veya İl Müdürlüğünce reddedilir ve bu durum gerekçesiyle birlikte başvuru sahibine bildirilir.

 

  1. Kurul tarafından belirlenen ilke ve kurallara uygun olan başvurular İl Müdürlüğünce ön incelemeye alınır ve bu inceleme sonucunda düzenlenen rapor, rapora dayanak teşkil eden tutanak, savunma yazısı ve diğer belgelerle birlikte sekretaryaya gönderilir.

 

  1. Başvurudan veya başvuruya ilişkin Kurul kararı alınmadan önce yargı yoluna gidildiğinin tespiti halinde başvuru işlemden kaldırılır ve bu durum gerekçesiyle birlikte başvuru sahibine bildirilir.

 

  1. Kurul, ihtiyaç duyulması halinde sektör ve/veya ürün özelinde alt çalışma komisyonları kurulmasına karar verebilir.

 

  1. SAVUNMA

 

Resen veya şikâyet üzerine yapılan denetimlerde, Bakanlık, İl Müdürlüğü veya yetkili idare tarafından üretici, tedarikçi ve perakende işletmeye denetimin yapıldığı günden başlamak üzere on günden az olmamak kaydıyla savunma süresi verilir. Bu süre bir defaya mahsus on güne kadar uzatılabilmektedir.

 

Savunmaya dayanak teşkil eden her türlü belge, üretici, tedarikçi ve perakende işletme tarafından savunma yazısına eklenir. Verilen süreler içinde savunma yapılmaması durumu hariç olmak üzere, üretici, tedarikçi ve perakende işletmenin savunması alınmadan Kurul tarafından idari para cezası kararı alınamaz ve uygulanamaz.

 

  1. DENETİM VE CEZA HÜKÜMLERİ

 

Bakanlık, bu Yönetmelik’in uygulanmasında oluşan tereddütleri gidermeye, ortaya çıkan sorunlar ve şikâyetlerle ilgili olarak üretici, tedarikçi ve perakende işletmelerde denetim yapmaya, ilgili kişi, kurum ve kuruluşlardan her türlü bilgi ve belgeyi talep etmeye yetkilidir. Bakanlık bu yetkisini İl Müdürlükleri aracılığıyla da kullanabilmektedir.

 

Denetim yetkisinin İl Müdürlüğünce kullanılması durumunda, Kurul’da üyesi bulunan Bakanlıkların taşra birimlerinde çalışan personel de denetime katılabilmektedir.

 

Yetkili idareler, Bakanlığın talebi üzerine üretici, tedarikçi ve perakende işletmelerin fahiş fiyat artışı ve stokçuluk uygulamaları hakkında ön inceleme mahiyetinde denetim yapmakla görevlidir. Bu fıkra kapsamında yapılan denetimin sonuçları Bakanlık’a derhal bildirilmelidir.

 

Kanun’un EK-1’inci maddesinin birinci ve ikinci fıkrası aşağıdaki gibidir;

 

‘’EK MADDE 1 – (Ek:16/4/2020-7244/14 md.) (1) Üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler tarafından bir mal veya hizmetin satış fiyatında fahiş artış yapılamaz. (2) Üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler tarafından piyasada darlık yaratıcı, piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozucu faaliyetler ile tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyici faaliyetlerde bulunulamaz.’’

 

  • Kanun’un Ek-1 inci maddesinin birinci fıkrasına aykırı hareket edenlere, Kurul tarafından on bin Türk Lirasından yüz bin Türk Lirasına; ikinci fıkrasına aykırı hareket edenlere ise elli bin Türk Lirasından beş yüz bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilecektir.

 

  • İdari para cezasının belirlenmesinde; işlenen fiilin ağırlığı ve haksızlık içeriği, işletmenin türü, büyüklüğü ve bulunduğu sektör, fahiş fiyat artışı ve stokçuluk faaliyetinden sağlanan menfaat ile daha önce aynı konuda idari para cezası uygulanıp uygulanmadığı gibi hususlar dikkate alınacaktır.

 

16/4/2020 tarihli ve 7244 sayılı Yeni Koronavirüs (Covid-19) Salgınının Ekonomik ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 14 üncü maddesinin yürürlüğe girdiği 17/4/2020 tarihinden önce fahiş fiyat artışı uygulamaları hakkında Bakanlığa yapılan başvurular, 7/11/2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve ikincil mevzuatı kapsamında Reklam Kurulu tarafından sonuçlandırılacaktır.

 

  1. DEĞERLENDİRMELERİMİZ

 

Bilgilendirme Notumuz’da Yöentmelik ile birlikte üretici, tedarikçi ve perakende işletmelerin fahiş fiyat artışı ve stokçuluk uygulamalarının denetlenmesine ve Kurul’un vereceği idari para cezalarına ilişkin usul ve esaslar incelenmiştir.

 

İşbu Bilgilendirme Notu, ele aldığı konuların genel bir bakışı olarak hazırlanmıştır. Burada sağlanan bilgiler yayınlandığı gün itibariyle doğrudur. Marmara + İyiöz Hukuk Bürosu, bu yayının dayanarak alınan herhangi bir eylemden dolayı sorumlu tutulamaz.

Koronavirüs Sebebiyle Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Ertelenmesi

  1. ŞİRKET OLAĞAN GENEL KURUL TOPLANTILARI

Şirket olağan genel kurul toplantıları; şirket organlarının seçimine, finansal tablolara, yönetim kurulunun yıllık faaliyet raporuna, karın kullanım şekline, dağıtılacak kar ve kazanç paylarının oranlarının belirlenmesine, yönetim kurulu üyelerinin ibraları ile faaliyet dönemlerini ilgilendiren ve gerekli görülen diğer hususlara ilişkin müzakereler yapmak ve karar almak üzere her hesap dönemi için yapılan toplantılardır.

Türk Ticaret Kanunu’nun (‘’Kanun’’), 409’uncu maddesi 1’inci fıkrası;

‘’Genel kurullar olağan ve olağanüstü toplanır. Olağan toplantı her faaliyet dönemi sonundan itibaren üç ay içinde yapılır. Bu toplantılarda, organların seçimine, finansal tablolara, yönetim kurulunun yıllık raporuna, kârın kullanım şekline, dağıtılacak kâr ve kazanç paylarının oranlarının belirlenmesine, yönetim kurulu üyelerinin ibraları ile faaliyet dönemini ilgilendiren ve gerekli görülen diğer konulara ilişkin müzakere yapılır, karar alınır.’’ şeklindedir.

Kanun’da olağan genel kurul toplantılarının her faaliyet dönemi sonundan itibaren üç ay içerisinde yapılacağı hüküm altına alınmışsa da, tüm dünya ve ülke genelinde etkisini gösteren Koronavirüs (COVID-19) salgını nedeniyle genel kurul toplantılarının ertelenmesi/iptal edilmesi hususu Ticaret Bakanlığı’nın gündeminde yer almıştır.

  1. TİCARET BAKANLIĞI’NIN 20.03.2020 TARİHLİ AÇIKLAMASI

Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü’nün, Koronavirüs salgını nedeniyle şirket genel kurul toplantılarının ertelenmesine ilişkin 20/03/2020 tarihli ve 53382221 sayılı yazısı ile bazı önlemler alınmasına karar verilmiştir. Şöyle ki;

  1. Kanun ve şirket sözleşmesine uygun olarak yönetim organları tarafından daha önce toplantıya çağrılan anonim ve limited şirketlerin olağan genel kurullarının, erteleme kararı alınması amacıyla genel kurulun toplanması beklenmeksizin, yönetim organları tarafından alınacak bir kararla iptal edilmesi imkanı tanınmıştır.

Buna ilişkin ilan talepleri Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi Müdürlüğünce karşılanmakla birlikte, örnek ilan metnine https://www.ticaretsicil.gov.tr/ internet adresinden ulaşılabilmektedir.

  • Bu karar ile birlikte, daha önce toplantıya çağrılan şirket genel kurulunun, toplantıyı erteleyebilmesi ve ertelemeye dair kararın ivedilikle alınması amaçlanmıştır.
  1. Şirket sözleşmelerinde veya esas sözleşmelerinde kurul toplantılarının elektronik ortamda gerçekleştirilmesine imkan tanıyan hüküm bulunmayan şirketlerin, bu dönemde gerçekleştirmeyi planladıkları toplantıları “Elektronik Genel Kurul Toplantı Sistemi” ve “Elektronik Yönetim Kurulu Sistemi” üzerinden gerçekleştirilebilmelerine yönelik tedbir alınmıştır.

Kanun’un, 1527’nci maddesi 1’inci fıkrası;

‘’Şirket sözleşmesinde veya esas sözleşmede düzenlenmiş olması şartıyla, sermaye şirketlerinde yönetim kurulu ve müdürler kurulu tamamen elektronik ortamda yapılabileceği gibi, bazı üyelerin fiziken mevcut bulundukları bir toplantıya bir kısım üyelerin elektronik ortamda katılması yoluyla da icra edilebilir. Bu hâllerde Kanunda veya şirket sözleşmesinde ve esas sözleşmede öngörülen toplantı ile karar nisaplarına ilişkin hükümler aynen uygulanır.’’ şeklinde olup, bu açıklama ile birlikte Kanun hükmünün istisnası oluşturulmuştur.

Şirketlerin bu imkandan Merkezi Kayıt Kuruluşu Anonim Şirketinden destek hizmeti almak suretiyle ve hak sahiplerine elektronik ortamda katılma imkanının sağlanması zorunluluğunu ortadan kaldırmayacak şekilde yararlanmaları gerekmekte olup, şirketlerce elektronik ortamda kurul gerçekleştirilmesine imkan tanıyan hükme ilişkin sözleşme değişikliğinin bundan sonra yapılacak ilk genel kurul toplantısında gerçekleştirilmesi imkanı tanınmıştır.

  • Bu karar ile birlikte, şirket esas sözleşmesinde elektronik ortamda toplantı yapılabileceğine dair hüküm olan şirketlere, bu şekilde toplantı gerçekleştirmeleri tavsiye edilmiştir.
  • Ek olarak, şirket pay sahiplerinin elektronik ortamda toplantı gerçekleştirmesine ilişkin değerlendirmeler yapılmış olup, şirket esas sözleşmesinde bu hususa ilişkin hüküm olmasa dahi şirketlerin elektronik ortamda toplantı yapabileceğine karar verilmiştir. Ayrıca, şirket esas sözleşmesinde elektronik ortamda toplantı yapılabileceğine dair hüküm yer almayan şirketlere, gerçekleşecek ilk genel kurul toplantısında bu hususa ilişkin karar alma imkanı tanınmıştır.
  • Bahse konu tavsiyeler çerçevesinde, Ticaret Genel Müdürlüğü vezne hizmetlerine yönelik olarak alınan tedbirlere; https://www.ticaretsicil.gov.tr/view/popup/koronavirus.png linki ile ulaşılabilmektedir.

Katma Değer Vergisi Beyannamelerinin Verilme ve Ödeme Süreleri ile “Form Ba-Bs” Bildirimlerinin Verilme ve e-Defterlerin/e-Beratların Oluşturulma, İmzalanma ve Yüklenme Süreleri Uzatılması ve Mükelleflerin 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’nun Mücbir Sebep Hükümlerinden Faydalanmasına İlişkin Tebliğ

  1. HAZİNE VE MALİYE BAKANLIĞI GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI’NIN, 23/03/2020 TARİHLİ VE 126/2020-5 SIRA NO’LU VERGİ USUL KANUNU SİRKÜLERİ İLE GETİRİLEN DÜZENLEMELER

 

  • Katma Değer Vergisi Beyannamelerinin Verilme ve Ödeme Sürelerinin Uzatılması

26 Mart 2020 günü sonuna kadar verilmesi gereken Katma Değer Vergisi Beyannamelerinin verilme süreleri ile bu beyannameler üzerine tahakkuk eden vergilerin ödeme süreleri 24 Nisan 2020 Cuma günü sonuna kadar uzatılmıştır.

  • Bildirim Formlarının Verilme Süresinin Uzatılması

31 Mart 2020 günü sonuna kadar verilmesi gereken 2020/Şubat dönemine ilişkin “Form Ba” ve “Form Bs” bildirimlerinin verilme süresi 30 Nisan 2020 Perşembe günü sonuna kadar uzatılmıştır.

  • Elektronik Defterlerin Oluşturulma ve İmzalanma Süresi ile Elektronik Defter Beratlarının Yüklenme Süresinin Uzatılması

31 Mart 2020 günü sonuna kadar oluşturulması ve imzalanması gereken e-Defterlerin oluşturulma ve imzalanma süresi ile aynı sürede Gelir İdaresi Başkanlığı Bilgi İşlem Sistemine yüklenmesi gereken “Elektronik Defter Beratları”nın yüklenme süresi 30 Nisan 2020 Perşembe günü sonuna kadar uzatılmıştır.

 

  1. 24/03/2020 TARİHLİ VE 31078 (MÜKERRER) SAYILI RESMİ GAZETE’DE YAYIMLANAN VERGİ USUL KANUNU GENEL TEBLİĞİ (SIRA NO: 518) (‘’TEBLİĞ’’) İLE GETİRİLEN DÜZENLEMELER

Tebliğ’de, Koronavirüs (COVID-19) salgınından ve bu kapsamda alınan tedbirlerden doğrudan etkilenen ve bu Tebliğ ile belirlenen mükelleflerin 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun (‘’Kanun’’) mücbir sebep hükümlerinden faydalandırılması hakkındaki açıklamalara yer verilmiştir. Şöyle ki;

  1. Kanun’un 111‘inci maddesinde; Hazine ve Maliye Bakanlığının, mücbir sebep hali ilan edilen yerlerdeki mükelleflerin, anılan Kanun kapsamında olup ödeme süresi afet tarihinden sonraya rastlayan her türlü vergi, ceza ve gecikme faizleri ile anılan Kanunun 15’inci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca verecekleri beyannamelere istinaden tahakkuk ettirilen vergilerin ödeme sürelerini, vadelerinin bitim tarihinden itibaren azami bir yıl süreyle uzatmaya yetkili olduğu hüküm altına alınmıştır.

 

  1. Kanun’un mükerrer 257’nci maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendinde yer alan düzenleme ile vergi beyannameleri ve bildirimlerin şifre, elektronik imza veya diğer güvenlik araçları konulmak suretiyle internet de dâhil olmak üzere her türlü elektronik bilgi iletişim araç ve ortamında verilmesi ile beyanname ve bildirimlerin yetki verilmiş gerçek veya tüzel kişiler aracı kılınarak gönderilmesi hususlarında izin vermeye veya zorunluluk getirmeye Hazine ve Maliye Bakanlığı yetkili kılınmıştır. Aynı maddenin dördüncü fıkrasına göre Hazine ve Maliye Bakanlığının beyanname ve bildirimlerin yetki verilmiş gerçek veya tüzel kişiler aracı kılınarak gönderilmesi hususunda izin vermesi veya zorunluluk getirmesi halinde, (mükellef veya vergi sorumlusu ile gönderme işini yapacak kişiler arasında özel sözleşme düzenlenmek kaydıyla) elektronik ortamda gönderilen beyanname ve bildirimler, mükellef veya vergi sorumlusu tarafından verilmiş addolunur.

 

  1. Tebliğ’in 3’üncü maddesinde, ticari, zirai ve mesleki kazanç yönünden gelir vergisi mükellefiyeti bulunan veya salgından doğrudan etkilenen ya da İçişleri Bakanlığınca alınan tedbirler kapsamında geçici süreliğine faaliyetlerine ara verilmesine karar verilen işyerlerinin bulunduğu sektörlerde faaliyette bulunan mükellefler itibarıyla mücbir sebep hali ilan edilmesi hüküm altına alınmıştır:

‘‘a)Ticari, zirai ve mesleki kazanç yönünden gelir vergisi mükellefiyeti bulunan mükelleflerin,

b Koronavirüs salgınından doğrudan etkilenen ve ana faaliyet alanı itibarıyla; alışveriş merkezleri dahil perakende, sağlık hizmetleri, mobilya imalatı, demir çelik ve metal sanayii, madencilik ve taş ocakçılığı, bina inşaat hizmetleri, endüstriyel mutfak imalatı, otomotiv imalatı ve ticareti ile otomotiv sanayii için parça ve aksesuar imalatı, araç kiralama, depolama faaliyetleri dahil lojistik ve ulaşım, sinema ve tiyatro gibi sanatsal hizmetler, matbaacılık dahil kitap, gazete, dergi ve benzeri basılı ürünlerin yayımcılık faaliyetleri, tur operatörleri ve seyahat acenteleri dahil konaklama faaliyetleri, lokanta, kıraathane dahil yiyecek ve içecek hizmetleri, tekstil ve konfeksiyon imalatı ve ticareti ile halkla ilişkiler dahil etkinlik ve organizasyon hizmetleri sektörlerinde faaliyette bulunan mükelleflerin,

  1. c) Ana faaliyet alanı itibarıyla İçişleri Bakanlığınca alınan tedbirler kapsamında geçici süreliğine faaliyetlerine ara verilmesine karar verilen işyerlerinin bulunduğu sektörlerde faaliyette bulunan mükelleflerin,

1/4/2020 ila 30/6/2020 (bu tarihler dâhil) tarihleri arasında mücbir sebep halinde olduğunun kabul edilmesi uygun bulunmuştur.’’

  • Mükellefin vergi dairesi kayıtlarındaki ana faaliyet kodu itibarıyla birinci fıkradaki sektörler arasında bulunmamasına rağmen ana faaliyet alanı olarak bu sektörlerden herhangi birisinde fiilen iştigal ettiğini ispat ve tevsik etmesi halinde, mükellefin mücbir sebep kapsamında olup olmadığının tespitinde ana faaliyet kodu yerine fiilen iştigal edilen ana faaliyet alanı dikkate alınır.
  1. Tebliğ’in 5 ve 6’ncı maddesinde; 65 yaş ve üstünde olması veya kronik rahatsızlığı bulunması nedeniyle sokağa çıkma yasağı kapsamına giren mükellefler ve meslek mensupları ile beyanname/bildirimleri bu meslek mensuplarınca verilenler itibarıyla mücbir sebep hali ilan edilmesi hüküm altına alınmıştır:

 

‘’İçişleri Bakanlığınca alınan tedbirler uyarınca 65 yaş ve üstünde olması veya kronik rahatsızlığı bulunması nedeniyle sokağa çıkma yasağı kapsamına giren mükellefler ve meslek mensupları ile bu Tebliğin yayımlandığı tarih itibarıyla geçerli olan “Aracılık ve Sorumluluk Sözleşmesi” uyarınca beyanname/bildirimleri bu meslek mensuplarınca verilenlerin 22/3/2020 ila sokağa çıkma yasağının sona ereceği tarih (bu tarihler dâhil) arasında mücbir sebep halinde olduğunun kabul edilmesi uygun bulunmuştur.

5inci madde kapsamında mücbir sebep dönemine ilişkin verilemeyen beyanname/bildirimlerin verilme süreleri ile bunlara istinaden tahakkuk eden vergilerin ödeme sürelerinin son gününün, sokağa çıkma yasağının sona ereceği günü takip eden 15 inci günün sonuna kadar uzatılması uygun bulunmuştur.

(2) 65 yaş ve üstünde olunması nedeniyle beyanname/bildirim verme ve ödeme sürelerinin uzatılması, vergi dairelerince yapılacak tespitlere istinaden resen gerçekleştirilecek olup bu kapsamdaki süre uzatımına ilişkin herhangi bir başvuru alınmayacaktır.

(3) Kronik rahatsızlık nedeniyle beyanname/bildirim verme ve ödeme sürelerinin uzatılması için bu rahatsızlığın sağlık kuruluşlarından alınacak muteber belgelerle ispat ve tevsik edilmesi şarttır. Bu kapsamdaki süre uzatımı işlemi, mükellefin kronik rahatsızlığı bulunduğuna dair beyanını içeren İnteraktif Vergi Dairesi üzerinden vereceği yazılı başvurusuna istinaden yapılacak olup sağlık kuruluşundan alınan belgelerin sokağa çıkma yasağının sona ereceği günü takip eden 30 gün içerisinde bağlı olunan vergi dairesine ibraz edilmesi gerekmektedir.’’

07.05.2020 tarihli 31120 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Finansal Piyasalarda Manipülasyon ve Yanıltıcı İşlemler Hakkında Yönetmelik

Bilgilendirme Notumuz; 07.05.2020 tarihli 31120 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Finansal Piyasalarda Manipülasyon ve Yanıltıcı İşlemler Hakkında Yönetmelik (‘’Yönetmelik’’) ile yapılan düzenlemeleri açıklamaktadır.

 

Bu Yönetmelik’in amacı, 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun (‘’Kanun’’) 76/A maddesi kapsamına giren, finansal piyasalarda manipülasyon ve yanıltıcı işlem ve uygulamaların belirlenmesidir.

 

Madde 76/A – (Ek:20/2/2020-7222/11 md.) Bu Kanun kapsamındaki bankalar tarafından; 4 üncü maddede sayılan işlemler yoluyla finansal piyasalarda yapay arz, talep veya döviz kuru dahil fiyat oluşumunu sağlamak amaçlı işlem ve uygulamaların yapılması, internet ortamı dahil farklı araçlarla gerçeğe aykırı veya yanıltıcı bilgilerin yayılması, tasarruf sahiplerinin gerçeğe aykırı veya yanıltıcı şekilde yönlendirilmesi ya da bu amaçları sağlamaya yönelik benzer işlem ve uygulamaların yapılması, finansal piyasalarda manipülasyon ve yanıltıcı işlemler olarak kabul edilir. Bu madde kapsamına giren işlem ve uygulamalar Kurul tarafından belirlenir ve Resmî Gazete’de yayımlanır.

 

FİNANSAL PİYASALARDA MANİPÜLASYON VE YANILTICI İŞLEM VE UYGULAMALAR

Bankalarca gerçekleştirilen aşağıdaki fiiller, Kanun’un 76/A maddesi kapsamına giren finansal piyasalarda manipülasyon ve yanıltıcı işlem ve uygulamalar olarak kabul edilir:

  1. a) Bir finansal aracın arzına, talebine veya fiyatına ilişkin yanlış veya yanıltıcı izlenim uyandıran veya uyandırabilecek olan ya da döviz kuru ve faiz dahil bir finansal aracın fiyatının anormal veya yapay düzeyde tutulmasını sağlayan ya da sağlayabilecek olan işlemlere bu amaçları sağlamak kastıyla dahil olmak, aracılık etmek, bu tür işlemler için emir vermek veya benzeri faaliyetlerde bulunmak.
  2. b) Arz talep dengesinin normal şartlarda gerçekleşmediği dönemlerde, finansal piyasaların dalgalanmasından ya da sığlığından faydalanmak suretiyle, finansal piyasaların düzensizliğini artıracak ya da istikrarını olumsuz etkileyecek şekilde, bir finansal aracın fiyatına veya faiz, döviz kuru, CDS gibi referans değerlere etkide bulunacak işlemlere dahil olmak, aracılık etmek, bu tür işlemler için emir vermek veya benzeri faaliyetlerde bulunmak.
  3. c) Bankaların yurt dışı yerleşiklerle yaptıkları bir bacağı döviz diğer bacağı TL olan para swapı, forward, opsiyon ve diğer türev işlemlerine ilişkin veya bankalarca yurt dışına TL likidite sağlanmasına ilişkin Kurulca alınan karar ve sınırlamaların, işlemlerin erken itfası, vadesi gelen işlemlerin ötelenmesi ve/veya yükümlülüklerin yerine getirilmemesi dahil olmak üzere, dolaylı yöntemler kullanılarak aşılmasına ya da söz konusu Kurul kararlarının etkisizleştirilmesine yönelik işlem ve uygulamalar gerçekleştirmek veya bu tür işlem ve uygulamalara aracılık etmek.

ç) Aldatıcı bir mekanizma veya kurgu yoluyla döviz kuru ve faiz dahil bir finansal aracın fiyatını etkileyen veya etkileyebilecek işlemlere dahil olmak, aracılık etmek, bu tür işlemler için emir vermek veya benzeri faaliyetlerde bulunmak.

  1. d) Bir finansal aracın arzına, talebine veya döviz kuru ve faiz dahil fiyatına ilişkin yanlış veya yanıltıcı izlenim uyandıran ya da uyandırabilecek olan ya da bu fiyatın anormal veya yapay düzeyde tutulmasını sağlayan ya da sağlayabilecek olan yanlış veya yanıltıcı bilgi veya söylentileri, internet dahil herhangi bir kitle iletişim aracı yoluyla ya da başka bir yolla yaymak.
  2. e) Öncesinde pozisyon alınmış bir finansal araç hakkında, alınan pozisyonla ilgili çıkar çatışmasının kamuoyundan gizlenmesi suretiyle, internet veya diğer kitle iletişim araçları yoluyla görüş bildirerek söz konusu finansal aracın, faiz oranı ve döviz kuru dahil, fiyatı üzerinde etkide bulunmak veya bulunmaya çalışmak.
  3. f) Yanlış veya yanıltıcı olduğunu bildiği ya da bilmesi gerektiği halde, bir referans değer hakkında yanlış veya yanıltıcı bilgiler iletmek, yanlış veya yanıltıcı girdiler sağlamak ya da bir referans değerin hesaplanmasını manipüle edici herhangi bir davranışta bulunmak.
  4. g) Bir finansal aracın arz veya talebi üzerindeki hakim rolün kullanılması suretiyle finansal aracın alım satım fiyatlarını sabitlemeye veya başka bir haksız kazanç sağlamaya yönelik eylemlerde bulunmak.

ğ) Finansal piyasaların açılış ve kapanışlarında, faiz ve döviz kuru dahil bir finansal aracın açılış veya kapanış fiyatlarını etkileyen veya etkileyebilecek alım veya satım işlemleri gerçekleştirerek bu açılış ya da kapanış fiyatlarına göre pozisyon alan yatırımcıların yanlış yönlendirilmesini sağlamak.

  1. h) Tasarruf sahiplerini gerçeğe aykırı veya yanıltıcı şekilde yönlendirmek.

ı) Finansal sisteme olan güveni zedeleyerek sistemik riske neden olabilecek şekilde bilgi ve söylentiler yaymak.

Anonim Şirketlerde Azınlık Pay Sahiplerinin Hakları

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (‘’Kanun’’) 411’inci maddesinde şirket sermayesinin en az onda birini, halka açık şirketlerde yirmide birini oluşturan pay sahipleri azlık/azınlık olarak tanımlanmıştır. Sermaye ve oy üstünlüğünü elinde bulunduran çoğunluğun azlık aleyhinde tasarruflarda bulunmasını önlemek amacıyla, kanun koyucu azınlık pay sahiplerine belirli haklar tanımıştır. Bu haklar ile birlikte, çoğunluk pay sahiplerinin keyfi tasarruflarının önüne geçilmesi hedeflenmiştir.

Bilgilendirme Notumuz’da azınlık pay sahiplerinin hakları incelenecektir.

  1. AZINLIK HAKKI NEDİR?

 

Kanun’da açıkça tanımı yer almasa da, madde hükümlerinden anlaşılan şirket sermayesinin en az onda birini, halka açık şirketlerde yirmide birini oluşturan pay sahiplerinin azlık olarak ifade edileceğidir. Kanun’da yer alan ve “kanuni azlık hakları” olarak adlandırılan azlık haklarına ek olarak esas sözleşme ile de azlık payları lehine hak öngörülmesi mümkündür[1].

 

Kanun’da, bazı konularda azlık hakkı tanınması serbest hale getirilmiş ve esas sözleşme ile düzenlenebileceği belirtilmiştir.

Kanun’un 360’ıncı maddesinde;

‘’Esas sözleşmede öngörülmek şartı ile, belirli pay gruplarına, özellik ve nitelikleriyle belirli bir grup oluşturan pay sahiplerine ve azlığa yönetim kurulunda temsil edilme hakkı tanınabilir. Bu amaçla, yönetim kurulu üyelerinin, belirli bir grup oluşturan pay sahipleri, belirli pay grupları ve azlık arasından seçileceği esas sözleşmede öngörülebileceği gibi, esas sözleşmede yönetim kurulu üyeliği için aday önerme hakkı da tanınabilir.’’ şeklinde belirtilerek, şirket esas sözleşmesi ile azınlık pay sahiplerine bazı konularda hak tanınabileceği ifade edilmiştir.

  1. AZLIK HAKLARI

 

  1. GENEL KURUL TOPLANTISINA ÇAĞIRMA VE GÜNDEME MADDE EKLEME HAKKI

 

Kanun’un 411’inci maddesi;

‘’Sermayenin en az onda birini, halka açık şirketlerde yirmide birini oluşturan pay sahipleri, yönetim kurulundan, yazılı olarak gerektirici sebepleri ve gündemi belirterek, genel kurulu toplantıya çağırmasını veya genel kurul zaten toplanacak ise, karara bağlanmasını istedikleri konuları gündeme koymasını isteyebilirler. Esas sözleşmeyle, çağrı hakkı daha az sayıda paya sahip pay sahiplerine tanınabilir.’’ şeklindedir.

Kanun hükmü uyarınca; azınlık pay sahipleri yönetim kurulundan, yazılı olarak gerektirici sebepleri ve gündemi belirterek, genel kurulu toplantıya çağırmasını veya genel kurul toplanacak ise, karara bağlanmasını istedikleri konuları gündeme koymasını isteyebilirler.

Yönetim kurulu tarafından anılan çağrının kabul edilmesi halinde, genel kurul en geç 45 (kırk beş) gün içinde yapılacak şekilde toplantıya çağrılmalıdır. Pay sahiplerinin çağrı veya gündeme madde konulmasına ilişkin istemleri yönetim kurulu tarafından reddedilirse veya talebe 7 (yedi) iş günü içinde olumlu cevap verilmezse; azınlık pay sahipleri genel kurulun toplantıya çağrılmasına şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden talep etme hakkına sahiptir.

Kanun’un 412’nci maddesinde ise, çağrının yönetim kurulu tarafından kabul edilmemesi durumunda azınlık pay sahiplerinin mahkemeye başvuru usulü düzenlenmektedir:

‘’Pay sahiplerinin çağrı veya gündeme madde konulmasına ilişkin istemleri yönetim kurulu tarafından reddedildiği veya isteme yedi iş günü içinde olumlu cevap verilmediği takdirde, aynı pay sahiplerinin başvurusu üzerine, genel kurulun toplantıya çağrılmasına şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesi karar verebilir.

Mahkeme toplantıya gerek görürse, gündemi düzenlemek ve Kanun hükümleri uyarınca çağrıyı yapmak üzere bir kayyım atar. Kararında, kayyımın, görevlerini ve toplantı için gerekli belgeleri hazırlamaya ilişkin yetkilerini gösterir. Zorunluluk olmadıkça mahkeme dosya üzerinde inceleme yaparak karar verir. Karar kesindir.’’

 

  1. FİNANSAL TABLOLARIN MÜZAKERESİNİN ERTELENMESİ HAKKI

 

Kanun’un 420’nci maddesinin birinci fıkrasında;

 

‘’Finansal tabloların müzakeresi ve buna bağlı konular, sermayenin onda birine, halka açık şirketlerde yirmide birine sahip pay sahiplerinin istemi üzerine, genel kurulun bir karar almasına gerek olmaksızın, toplantı başkanının kararıyla bir ay sonraya bırakılır. Erteleme, 414 üncü maddenin birinci fıkrasında yazılı olduğu şekilde pay sahiplerine ilanla bildirilir ve internet sitesinde yayımlanır. İzleyen toplantı için genel kurul, kanunda öngörülen usule uyularak toplantıya çağrılır.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

 

Yürürlükte olmayan eski Ticaret Kanunu’nun 377’nci maddesinde, azınlık pay sahiplerine verilen bu hak sadece bilançonun tasdikinin ertelenmesini öngörürken, Kanun’un 420’nci maddesi uyarınca finansal tabloların müzakeresi ve buna bağlı konular kapsamında genel kurulun bir karar almasına gerek olmaksızın, toplantı başkanının kararıyla genel kurulun ve müzakerenin 1 (bir) ay sonraya erteleme hakkı tanınmıştır.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2013/12519 E., 2014/2803 K. ve 18.02.2014 tarihli ilamında;

Dava, anonim şirket genel kurul kararının iptali istemine dair olup 1/10 azınlık pay sahibi olan davacı, genel kuruldaki görüşmeler başlamadan genel kurul tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6102 Sayılı Kanunun 420. maddesi gereğince finansal tabloların müzakeresi ile buna bağlı konuların ertelenmesini talep etmiş, genel kurul tarafından bu talep oylanarak reddedilmiş ve bu sebeple finansal tablolar görüşülerek oylanmıştır. Ancak 6102 Sayılı Kanunun 420. maddesi gereğince sermayenin 1/10’ine sahip ortaklar tarafından finansal tabloların müzakeresi ve buna bağlı konuların ertelenmesi talep edildiğinde genel kurul başkanının başkaca hiçbir işlem yapmaksızın bu konuların görüşmesini bir ay sonraya bırakması gerekir. Kanunun bu açık hükmüne rağmen genel kurulda davacının bu isteminin reddedilerek bilanço ve gelir tablolarının oylanarak onanması, yönetim ve denetim kurulunun ibralarının görüşülmesi ve oylanması doğru olmayıp, mahkemece bu sebeple bu gündem maddelerinde alınan kararların iptali doğru ise de yönetim ve denetim kurulu üyelerinin seçimi ve yönetim kurulu üyelerine izin verilmesine dair gündem maddeleri TTK’nın 420. maddesinde gösterilen ‘finansal tabloların müzakeresi ve buna bağlı konular’ kapsamında bulunmamaktadır. Dairemizin yerleşmiş kararları da bu yöndedir. (Yargıtay 11. HD. 1.12.1992-E.5600/K.11038; 16.6.1994-E.7027/K.5107, 4.3.2002-E.9539/K.1757) Bu nedenle, mahkemece genel kurulun 9 numaralı yönetim kurulunun seçimi, 10 numaralı murakıp seçimi ve 12 numaralı yönetim kuruluna yetki verilmesi maddelerinin iptali doğru olmayıp, mahkemece verilen kararın bu yönden davalı yararına bozulması gerekmiştir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2018/357 E., 2017/4999 K. ve 01.07.2019 tarihli ilamında;

‘’Mahkemece, davacı şirketin ana sözleşmesinin 10.maddesinde yönetim kurulu üyelerinin paydaşlar arasından seçileceği yazılı olup ibra edilmeyen yönetim kurulu üyesinin yeniden seçilemeyeceğine ilişkin kısıtlayıcı hüküm bulunmadığı, davacı vekilinin karara muhalefet edip red oyu kullandığı, bu sebeple 4 numaralı karara ilişkin ileri sürülen iptal sebebinin yerinde görülmediği gerekçesiyle anılan talep yönünden de davanın reddine karar verilmiş ve davacı vekilinin temyizi üzerine karar dairemizin 14.09.2017 tarih 2016/5118 E. 2017/4360 K. sayılı ilamının 2 numaralı bendinde 6102 Sayılı TTK’nun 420 ve 413/ son maddeleri gereği finansal tabloların müzakeresi ile buna bağlı olan yönetim kurulu üyelerinin ibrasının ertelenmiş olması nazara alındığında yönetim kurulunun seçimine ilişkin davalı şirketin genel kurulunun 4. maddesinin görüşülmesinin de ertelenmesi gerektiği gerekçesiyle davacı yararına bozulmuş ise de dava konusu genel kurul kararı 6102 Sayılı TTK’nun 446. maddesinde düzenlenen iptal davasının koşullarına tabi olmakla söz konusu karar yönünden iptal koşullarının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekmektedir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2018/1766 E., 2019/3423 K. ve 06.05.2019 tarihli ilamında;

‘’Mahkemece, tüm dosya kapsamına göre; TTK’nın 420/1. maddesi uyarınca onda bir azınlık pay sahiplerinin finansal tabloların görüşülmesini talep etmesi halinde bir ay süreyle ertelenmesinin zorunlu olduğu, TTK’nın 436. maddesine aykırı olarak yönetim kurulu üyelerinin ibralarında oy kullandığı, yönetim kurulu faaliyet raporunun TTK’nın 516. maddesinde belirtilen şartları taşımadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne, 27.05.2015 tarihli genel kurulun gündemin 3, 4 ve 5. maddelerinin iptaline karar verilmiş, davalı vekilinin istinaf başvurusu üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince, genel kurul gündeminin 4. maddesine ilişkin olarak, TTK’nın 420/1. maddesine aykırı olarak genel kurulun bir ay süreyle ertelenmemesi nedeniyle, bilanço, kâr ve zarar hesaplarının görüşülmesine ilişkin olarak iptal kararı yerinde ise de finansal tabloların müzakeresi ile yönetim kurulunun ibrası, yönetim kurulu faaliyet raporunun görüşülmesi hususları da birbiri ile bağlantılı konulardan olup, mahkemece TTK’nın 420/1. maddesindeki emredici düzenlemeye aykırı davranış nedeniyle genel kurulun 3 ve 5. maddeleri konusunda da karar alınamayacağı gerekçesiyle, genel kurulun 3 ve 5. maddelerinin iptaline karar vermek gerekirken, yazılı gerekçeyle, genel kurulun 3. ve 5. maddelerinin iptaline karar verilmesi doğru olmamış, değişik gerekçe ile davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

  • Yargıtay kararlarında görüldüğü üzere, azınlık pay sahiplerinin, finansal tabloların müzakeresi ve buna bağlı konulara ilişkin genel kurulca alınacak kararı 1 ay erteleme hakkı bulunmaktadır. Yargıtay, yönetim ve denetim kurulu üyelerinin seçimi ve yönetim kurulu üyelerine izin verilmesine dair gündem maddeleri ile yönetim kurulunun ibrası, yönetim kurulu faaliyet raporunun görüşülmesi hususlarını finansal tabloların müzakeresi kapsamında değerlendirmemiştir.

 

  1. ÖZEL DENETÇİ ATANMASINI TALEP ETME HAKKI

Kanun’un 438’inci maddesinde;

‘’(1) Her pay sahibi, pay sahipliği haklarının kullanılabilmesi için gerekli olduğu takdirde ve bilgi alma veya inceleme hakkı daha önce kullanılmışsa, belirli olayların özel bir denetimle açıklığa kavuşturulmasını, gündemde yer almasa bile genel kuruldan isteyebilir.

(2) Genel kurul istemi onaylarsa, şirket veya her bir pay sahibi otuz gün içinde, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden bir özel denetçi atanmasını isteyebilir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

Kanun hükmü uyarınca her pay sahibinin, pay sahipliği haklarının kullanılabilmesi için gerekli olduğu takdirde ve bilgi alma veya inceleme hakkı daha önce kullanılmış ise, belirli olayların özel bir denetimle açıklığa kavuşturulmasını genel kuruldan isteme hakkı bulunmaktadır.

Genel kurul pay sahiplerinin anılan istemini onaylarsa, şirket veya her bir pay sahibi 30 (otuz) gün içinde, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden şirkete bir özel denetçi atanmasını isteyebilir.

Kanun’un 439’uncu maddesi;

‘’(1) Genel kurulun özel denetim istemini reddetmesi hâlinde, sermayenin en az onda birini, halka açık anonim şirketlerde yirmide birini oluşturan pay sahipleri veya paylarının itibarî değeri toplamı en az birmilyon Türk Lirası olan pay sahipleri üç ay içinde şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesinden özel denetçi atamasını isteyebilir.

(2) Dilekçe sahiplerinin, kurucuların veya şirket organlarının, kanunu veya esas sözleşmeyi ihlal ederek, şirketi veya pay sahiplerini zarara uğrattıklarını, ikna edici bir şekilde ortaya koymaları hâlinde özel denetçi atanır.’’ şeklindedir.

Genel kurulun özel denetim istemini reddetmesi halinde ise; Kanun’un 439’uncu maddesi uyarınca sermayenin en az onda birini oluşturan azlık olarak nitelendirilen pay sahipleri veya paylarının itibari değeri toplamı en az bir milyon Türk Lirası olan pay sahiplerinin 3 (üç) ay içinde şirket merkezinin bulunduğu yer asliye ticaret mahkemesinden özel denetçi atamasını isteme hakkı bulunmaktadır.

  1. NAMA YAZILI PAY SENETLERİNİ BASMA TALEBİ HAKKI

Kanun’un 486’ncı maddesi;

‘’(1) Şirketin ve sermaye artırımının tescilinden önce çıkarılan paylar geçersizdir; ancak, iştirak taahhüdünden doğan yükümlülükler geçerliliklerini sürdürür.

(2) Paylar hamiline yazılı ise yönetim kurulu, pay bedelinin tamamının ödenmesi tarihinden itibaren üç ay içinde pay senetlerini bastırıp pay sahiplerine dağıtır. Yönetim kurulunun hamiline yazılı pay senetlerinin bastırılmasına ilişkin kararı tescil ve ilan edilir, ayrıca şirketin internet sitesine konulur. Pay senedi bastırılıncaya kadar ilmühaber çıkarılabilir. İlmühaberlere kıyas yoluyla nama yazılı pay senetlerine ilişkin hükümler uygulanır.

(3) Azlık istemde bulunursa nama yazılı pay senedi bastırılıp tüm nama yazılı pay senedi sahiplerine dağıtılır.’’ şeklindedir.

Pay senetleri, hamiline veya nama yazılı olur. Esas sözleşmede aksi öngörülmemişse, payın türü dönüştürme yolu ile değiştirilebilir. Dönüştürme esas sözleşmenin değiştirilmesiyle yapılır. Dönüştürmenin kanunen öngörüldüğü hâllerde yönetim kurulu gerekli kararı alarak derhâl uygular ve bunun esas sözleşmeye yansıtılması girişimini hemen başlatır. Nama yazılı pay senetlerinin hamiline yazılı pay senetlerine dönüştürülebilmesi için payların bedellerinin tamamen ödenmiş olması şarttır. Kanun’un 486’ncı maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, azlığa, nama yazılı pay senetlerinin bastırılıp tüm nama yazılı pay senedi sahiplerine dağıtılmasını talep etme hakkı bulunmaktadır.

  1. HAKLI SEBEPLE FESİH DAVASI AÇMA HAKKI

 

Kanun’un 531’inci maddesi;

‘’Haklı sebeplerin varlığında, sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden payların sahipleri, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden şirketin feshine karar verilmesini isteyebilirler. Mahkeme, fesih yerine, davacı pay sahiplerine, paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenip davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verebilir.’’ şeklindedir.

Kanun’un 531’inci maddesinde; haklı sebeplerin varlığında, sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden payların sahiplerinin, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden şirketin feshine karar verilmesini isteyebileceği, mahkemenin ise, fesih yerine, davacı pay sahiplerine, paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenip, davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verilebileceği hüküm altına alınmıştır.

Anonim ortaklık feshi için “haklı sebep” olarak nitelendirilebilecek vakıaların, objektif ve pay sahibi şahsiliğinden bağımsız olması gerekmektedir. Şirket feshi için, davacı pay sahiplerinden şirketin devamı objektif olarak beklenemez bir hal aldığının ispatlanması gerekecektir. Ayrıca haklı sebebin gerçekleşme halinin ispatı ve kabulünde davacı pay sahipleri dışında diğer menfaat sahiplerinin haklarının da dikkate alınması gerekmektedir. Dolayısıyla haklı sebep halinde anonim ortaklık feshinin, bu kimselerin menfaatlerinin zarar görmemesi halinde ve son çare (ultima ratio) olarak uygulanacağı kabul edilmektedir.

Kanun’da, anonim ortaklığın feshine gerekçe olacak haklı sebep halleri sayılmamış olsa da, doktrin görüşleri ve yargılama esnasındaki değerlendirmeler ışığında; şirketin, çoğunluk pay sahibi tarafından kötü yönetilmesi sebebiyle mali sıkıntı içinde bulunması, şirket kasasının sistematik bir şekilde boşaltılması, mali açıdan hiçbir geçerli sebep bulunmamasına rağmen, en az 3-4 yıl boyunca kar payı dağıtılmaması ve azınlık pay sahiplerinin haklarının sistematik bir şekilde ve sürekli olarak kısıtlanması gibi sebeplerin feshe sebep olabilecek haklı neden olarak nitelendirildiği sonuç ve kanaatine varılmaktadır.

Usul hukukunun en önemli prensiplerinden biri de, hakimin kararında davacının talepleri ile bağlı kalmasıdır. Oysa, Kanun’un 531’inci maddesinde bu prensibe istisna getirilerek hakime oldukça önemli bir yetki verilmiştir. Kanun koyucu, feshin son çare olması (ultima ratio) ilkesini kabul etmiş ve feshe alternatif kararların öncelikli olarak uygulanmasını öngörmüştür.

Bu alternatif yollar, Kanun’da sınırlı olarak sayılmamış olup, somut olayın durum ve sonuçlarına göre hakimin uygun göreceği uygulamalar olarak belirtilmiştir. Kanun’da sayılan tek alternatif yol; davacı pay sahiplerine paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenerek şirketten çıkarılmaları olarak belirtilmiştir. Kanun koyucu, anonim şirketin devamını öngörmüş ve mevcut uyuşmazlığın, davacı pay sahiplerine paylarının ödenerek şirketten çıkarılmaları olarak sonuca varılabileceğini ifade etmiştir. Feshe alternatif yollar, somut uyuşmazlığın konusuna göre hakim tarafından belirlenecek olup; kar payı dağıtıma karar verilmesi, Yönetim Kurulu veya Genel Kurul kararının geçersizliği veya içeriğinin değiştirilmesi, şirket ana sözleşmesinin değiştirilmesi veya bir pay sahibinin yönetim kurulu üyeliğine getirilmesi veya şirketin bölünmesi gibi alternatif çözüm önerilerine başvurulması mümkün görünmektedir.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2018/1177 E., 2019/3946 K. sayılı ve 16.04.2019 tarihli ilamında;

‘’Ancak, somut olaya uygulanması gereken 6102 Sayılı TTK 531. maddesi gereğince haklı sebeplerin gerçekleşmesi halinde mahkeme fesih yerine, davacı pay sahiplerine, paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenip davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verebilir. Somut olayda, davacıların payı toplam % 16 olup, davalı işbu davada şirketin amaçlarını gerçekleştirmeye uygun finansal yapı ve aktif mal varlığı bulunduğunu savunmuştur. 

…davalı şirketin feshinden önce davacı pay sahiplerine paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenip şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir bir çözüme karar verilmesi gerekirken, haklı sebeplerin varlığı halinde anılan madde kapsamındaki fesih yerine seçimlik diğer yetkilerin kullanılıp kullanılamayacağı hususunda yeterli bir gerekçeye yer verilmeden şirketin feshine karar verilmesi doğru görülmemiş, bu nedenle de kararın davalı yararına bozulması gerekmiştir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

  1. KURUCULARIN, YÖNETİM KURULU ÜYELERİNİN VE DENETÇİLERİN İBRA EDİLMESİNİ ENGELLEME HAKKI

Kanun’un 559’uncu maddesi;

‘’Kurucuların, yönetim kurulu üyelerinin, denetçilerin, şirketin kuruluşundan ve sermaye artırımından doğan sorumlulukları, şirketin tescili tarihinden itibaren dört yıl geçmedikçe sulh ve ibra yoluyla kaldırılamaz. Bu sürenin geçmesinden sonra da sulh ve ibra ancak genel kurulun onayıyla geçerlilik kazanır.

Bununla beraber, esas sermayenin onda birini, halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden pay sahipleri sulh ve ibranın onaylanmasına karşı iseler, sulh ve ibra genel kurulca onaylanmaz.’’ şeklindedir.

Kanun hükmü uyarınca; şirket kurucuların, yönetim kurulu üyelerinin, denetçilerin, şirketin kuruluşundan ve sermaye artırımından doğan sorumluluklarının, şirketin tescili tarihinden itibaren dört yıl geçmedikçe sulh ve ibra yoluyla kaldırılamayacağı düzenlenmektedir. Anılan sürenin geçmesinden itibaren ise sulh ve ibra işlemi ancak şirket genel kurulunun onayıyla hukuki geçerlilik kazanmaktadır.

  1. BELİRLİ GRUPLARIN YÖNETİM KURULUNDA TEMSİL EDİLMESİ HAKKI

 

Kanun’un 360’ncı maddesi;

 

‘’(1) Esas sözleşmede öngörülmek şartı ile, belirli pay gruplarına, özellik ve nitelikleriyle belirli bir grup oluşturan pay sahiplerine ve azlığa yönetim kurulunda temsil edilme hakkı tanınabilir. Bu amaçla, yönetim kurulu üyelerinin, belirli bir grup oluşturan pay sahipleri, belirli pay grupları ve azlık arasından seçileceği esas sözleşmede öngörülebileceği gibi, esas sözleşmede yönetim kurulu üyeliği için aday önerme hakkı da tanınabilir. Genel kurul tarafından yönetim kurulu üyeliğine önerilen adayın veya hakkın tanındığı gruba ve azlığa mensup adayın haklı bir sebep bulunmadığı takdirde üye seçilmesi zorunludur. Bu şekilde tanınacak temsil edilme hakkı, halka açık anonim şirketlerde yönetim kurulu üye sayısının yarısını aşamaz. Bağımsız yönetim kurulu üyelerine ilişkin düzenlemeler saklıdır.

 

(2) Bu maddeye göre yönetim kurulunda temsil edilme hakkı tanınan paylar imtiyazlı sayılır.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

Kanun’un 360’ncı maddesi uyarınca, şirket esas sözleşmesinde öngörülmek kaydıyla, belirli pay gruplarına, özellik ve nitelikleriyle belirli bir grup oluşturan pay sahiplerine ve azlığa yönetim kurulunda temsil edilme hakkı tanınabilmektedir.

Genel kurul tarafından yönetim kurulu üyeliğine önerilen adayın veya hakkın tanındığı gruba ve azlığa mensup adayın, haklı sebepler olmadığı takdirde şirket genel kurulu tarafından üye seçilmesi kanunen zorunlu kılınmıştır. Bu şekilde yönetimde tanınacak temsil edilme hakkı, halka açık anonim şirketlerde yönetim kurulu üye sayısının yarısını aşamamaktadır.

  1. BİLGİ ALMA VE İNCELEME HAKKI

 

Kanun’un 437’nci maddesi;

 

(1) Finansal tablolar, konsolide finansal tablolar, yönetim kurulunun yıllık faaliyet raporu, denetleme raporları ve yönetim kurulunun kâr dağıtım önerisi, genel kurulun toplantısından en az onbeş gün önce, şirketin merkez ve şubelerinde, pay sahiplerinin incelemesine hazır bulundurulur. Bunlardan finansal tablolar ve konsolide tablolar bir yıl süre ile merkezde ve şubelerde pay sahiplerinin bilgi edinmelerine açık tutulur. Her pay sahibi, gideri şirkete ait olmak üzere gelir tablosuyla bilançonun bir suretini isteyebilir.

 

(2) Pay sahibi genel kurulda, yönetim kurulundan, şirketin işleri; denetçilerden denetimin yapılma şekli ve sonuçları hakkında bilgi isteyebilir. Bilgi verme yükümü, 200 üncü madde çerçevesinde şirketin bağlı şirketlerini de kapsar. Verilecek bilgiler, hesap verme ve dürüstlük ilkeleri bakımından özenli ve gerçeğe uygun olmalıdır. Pay sahiplerinden herhangi birine bu sıfatı dolayısıyla genel kurul dışında bir konuda bilgi verilmişse, diğer bir pay sahibinin istemde bulunması üzerine, aynı bilgi, gündemle ilgili olmasa da aynı kapsam ve ayrıntıda verilir. Bu hâlde yönetim kurulu bu maddenin üçüncü fıkrasına dayanamaz.

 

(3) Bilgi verilmesi, sadece, istenilen bilgi verildiği takdirde şirket sırlarının açıklanacağı veya korunması gereken diğer şirket menfaatlerinin tehlikeye girebileceği gerekçesi ile reddedilebilir.

 

(4) Şirketin ticari defterleriyle yazışmalarının, pay sahibinin sorusunu ilgilendiren kısımlarının incelenebilmesi için, genel kurulun açık izni veya yönetim kurulunun bu hususta kararı gerekir. İzin alındığı takdirde inceleme bir uzman aracılığıyla da yapılabilir.

 

(5) Bilgi alma veya inceleme istemleri cevapsız bırakılan, haksız olarak reddedilen, ertelenen ve bu fıkra anlamında bilgi alamayan pay sahibi, reddi izleyen on gün içinde, diğer hâllerde de makul bir süre sonra şirketin merkezinin bulunduğu asliye ticaret mahkemesine başvurabilir. Başvuru basit yargılama usulüne göre incelenir. Mahkeme kararı, bilginin genel kurul dışında verilmesi talimatını ve bunun şeklini de içerebilir. Mahkeme kararı kesindir.

 

(6) Bilgi alma ve inceleme hakkı, esas sözleşmeyle ve şirket organlarından birinin kararıyla kaldırılamaz ve sınırlandırılamaz.’’ şeklindedir.

Kanun’un 437. maddesi uyarınca her pay sahibinin yönetim kurulundan şirketin işleri ile ilgili bilgi alma ve inceleme hakkı bulunmaktadır.

Bilgi verilmesi talebi, istenilen bilgi verildiği taktirde şirketin sırlarının açığa çıkacağı ve tehlike oluşturulacağı gerekçesiyle reddedilebilir.

Bu çerçevede yönetim kurulunca bilgi verilmesi talebi reddedilen pay sahibinin;

  • red tarihinden itibaren 10 (on) gün içerisinde veya
  • red kararı bulunmuyor ise makul bir süre içerisinde

şirket merkezinin bulunduğu asliye ticaret mahkemesinden bilgi ve inceleme talep etme hakkı bulunmaktadır.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2018/5012 E., 2019/6255 K. sayılı ve 07.10.2019 tarihli ilamında;

‘’Davacı vekili, davacının Akport Tekirdağ Liman İşletmesi A.Ş’nde toplam %1,83 oranında pay sahibi olduğunu, davalı şirket yönetiminde bulunmadığından bilgi alabileceği tek yer olan davalı şirketin 10.05.2016 tarihli 2015 yılına ait olağan genel kurul toplantısında 2 ve 3 numaralı gündem maddeleri bağlamında kanuna uygun olarak şirketin işleyişi, faaliyeti, sermaye artırımı yapılmasının nedenleri, mali ve finansal tabloları hakkında TTK 437. maddesi uyarınca bilgi alma ve inceleme talebinde bulunduğunu, ancak taleplerin bir kısmının bilgi verme yükümlüleri tarafından baştan savma ve muğlak beyanlarla geçiştirildiğini, bilgi verme yükümlülerince taleplerin bir kısmının reddedildiğini, ayrıca inceleme talebinin ise tüm istemleri bakımından istisnasız olarak reddedildiğini, bilgi alma haklarının gereği gibi karşılanmadığını ve inceleme hakkının tamamen reddedilmiş olması hususunda muhafeletini genel kurul toplantı tutanağına da derç ettiğini ileri sürerek, somut sorulara bağlı olarak şirket işleri hakkında bilgi verilmesi konusunda yetkilendirmesi, yine somut sorulara bağlı olarak inceleme talepleri hususunda davalı şirketin mali tabloları ile şirket mizanı da dahil olmak üzere, ilgili ticari defter ve kayıtları üzerinde TTK 437/4 uyarınca sorularının cevaplarını içeren kısımlar itibariyle inceleme yetkisi verilmesi hususunda karar verilmesini talep etmiştir.

 

… bu bağlamda davacıya genel kurulda bilgi edinilen hususlarda yeterli bilgilerin verildiği, gerekli açıklamaların yapıldığı, ayrıca sorulan bir kısım hususların daha önceki dönemleri kapsadığı ve aynı hususlara ilişkin daha önce davacı tarafça bir önceki yıl genel kurulunda da aynı soruların sorulduğu, şirket tarafından bu hususların cevaplandırıldığı, yine bir kısım cevapların ve belgelerin de ayrıca finansal tabloların gerek genel kuruldan önce ortakların incelemesine sunulduğu, verilen cevapların sorulan sorulara göre makul, denetlenebilir, hesap verme ve dürüstlük ilkelerine uygun, özenli ve doğru olarak verildiği, bu itibarla davacı tarafça bilgi alma hakkına yönelik olarak açılan davanın reddi gerektiği, ayrıca inceleme hakkı yönünden de davacı tarafa sunulan finansal tablolar ve verilen bilgiler dikkate alındığında, davacının inceleme hakkını kullanmasını gerektirecek herhangi bir durum bulunmadığı gerekçesiyle davanın 6102 Sayılı TTK’nın 437/5. maddesi gereğince reddine kesin olarak karar verilmiştir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

 

 

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2018/2748 E., 2019/4217 K. sayılı ve 10.06.2019 tarihli ilamında;

‘’Mahkemece, iddia, savunma, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre; TTK’nın 437.maddesi kapsamında şirket ortağının şirketin defter ve kayıtlarına ilişkin bilgi alma ve inceleme hakkı bulunduğunu, davalı tarafça her ne kadar şirkettin ilgili kayıtları ortakların incelemesine hazır bulundurulduğu, davacının bu taleplerle şirkete müracaat etmediği iddia edilmiş ise de, davalı şirketin davacının talep ettiği bilgi ve belgeleri TTK’nın 437. maddesi kapsamında davacı tarafa vermek zorunda olduğu gerekçesiyle, davanın kabulüyle davacı tarafa şirketin ticari defterler ve kayıtları üzerinde bir mali müşavir bilirkişi eşliğinde inceleme ve bilgi alma yetkilisi verilmesine karar verilmiştir.’’ şeklinde ifade edilmiştir.

  • Yargıtay kararlarında görüldüğü üzere şirket pay sahiplerinden bilgi alma ve inceleme hakkı ihlal edilenlerin, uyuşmazlık konusu hakkında bilgi alma ve inceleme haklarının kullanılmasına karar verilmiştir. Ancak bu hakkı kötüye kullanmaya çalışan, kendilerine gerekli bilgilerin verildiği pay sahipleri açısından ikame edilen davalar reddedilmektedir.

 

  1. KURUCULARIN, YÖNETİM KURULU ÜYELERİNİN VE DENETÇİLERİN İBRA EDİLMESİNİ ENGELLEME HAKKI

 

Kanun’un 559’uncu maddesi;

 

‘’Kurucuların, yönetim kurulu üyelerinin, denetçilerin, şirketin kuruluşundan ve sermaye artırımından doğan sorumlulukları, şirketin tescili tarihinden itibaren dört yıl geçmedikçe sulh ve ibra yoluyla kaldırılamaz. Bu sürenin geçmesinden sonra da sulh ve ibra ancak genel kurulun onayıyla geçerlilik kazanır. Bununla beraber, esas sermayenin onda birini, halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden pay sahipleri sulh ve ibranın onaylanmasına karşı iseler, sulh ve ibra genel kurulca onaylanmaz.’’ şeklindedir.

 

Kural olarak ibra edilmiş yönetim kurulu üyeleri aleyhine sorumluluk davası açılamamaktadır. Bunun bir istisnası Kanun’un 559’uncu maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde uyarınca kurucuların, yönetim kurulu üyelerinin, denetçilerin, şirketin kuruluşundan ve sermaye artırımından doğan sorumlulukları, şirketin tescili tarihinden itibaren dört yıl geçmedikçe sulh ve ibra yoluyla kaldırılamaz. Bu sebeple, kuruluştan ve sermaye artırımından doğan sorumluluk dört yıl geçmedikçe ortadan kaldırılamaz. Dördüncü yılın sonunda bu kişiler kural olarak genel kurulda ibra edilerek sorumluluktan kurtulabilirler. Ancak, Kanun burada azlık pay sahiplerine önemli bir hak tanımıştır. Buna göre, kuruluş veya sermaye artırımından dört yıl geçmiş olsa dahi, azlık pay sahipleri sulh ve ibranın onaylanmasına karşı iseler, sulh ve ibra genel kurulca onaylanmamaktadır.

 

  • DEĞERLENDİRMELERİMİZ

 

Azlık hakları, daha güçsüz konumda bulunan pay sahiplerinin haklarının korunabilmesi ve çoğunluk pay sahiplerinin keyfi faaliyetlerinin denetlenip, engellenebilmesi amacıyla Kanun tarafından düzenlenmiştir.

Azlık haklarına ilişkin nisapların esas sözleşme ile değiştirilebileceği öngörülmektedir. Bu hususta genel kaide, Kanun’da yer alan nisapların azlık aleyhine değiştirilemeyeceği ve böyle bir değişikliğin Kanun’un amacı ile ters düşeceği ve hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurabileceği yönündedir.

Kanun hükümleri ile azlık pay sahibi olan paydaşların hakları güçlendirilmiş ve şirket bünyesinde belirli bir çoğunluğun hakimiyetine tabi olması durumunu ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.

[1] Ünal Tekinalp, Kuramdan Kurala Serisi 4, Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, sf.330, Vedat Kitapçılık, İstanbul 2015.